Şahs-ı manevî korkmaz; ama şahs-ı manevî içinde şahıs korkuyorsa, bu o şahsın şahs-ı maneviye olan bağlılığı ile alâkalı bir durumdur.
Kişinin tavrını, ruh halini beslendiği kaynak belirler. Kişinin korkusu, dayanak noktasından yoksun olmasındandır. İnsan bağlılığı nispetinde kaynaktan istifade eder. ‘Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir’ ruh hali buradan geliyor.
Risale-i Nur hizmeti, imana ve Kur’ân’a ait bir hizmettir. O, sönmez.
Bireylere müdahale edebilirler, korkutabilirler, ürkütebilirler, sohbetlere gitmeyi azaltabilirler, hatta evhamlı bazı dostları uzaklaştırabilirler, neşriyatı takipten koparabilirler, hizmet tarzlarına bile müdahale edebilirler, toplu sohbet mekânlarını kapatabilirler, kurumsal yapıları engelleyebilirler veya başka başka yıldırma politikaları gözetebilirler, ama yapamayacakları bir şey var ki, o da, bu kervan durmayacaktır.
Nur hizmeti fıtrîdir, ‘Fıtrî meyelan mukavemetsûzdur.’
Kur’ân’a dayanan bu hizmet, insanları iki dünya saadetine dâvet ediyor.
Dünyada kabul görmüş bir hizmet tarzı olarak, ‘herkes kendi mahallinde bir medrese-i Nuriye açsın’ tavsiyesinden hareketle; her şehirde, ilçede, köyde Nur medreseleri açılıyor, Nur risaleleri okunmaya devam ediyor.
Bu hizmet, imana ve Kur’ân’a hizmettir. Gücü buradan geliyor.
Bu, masum bir hizmettir. Bu hizmetin siyasetle, benlik hesaplarıyla, kişisel kaygılarla, korkularla, günlük politik entrikalarla bir alâkası yoktur.
Bu, kimseye bir zararı olmadığı gibi, herkese faydası dokunan bir faal-i hayırdır. Düşünün ki, en zor hayat şartlarında bile bu hizmet tarzını Nur Talebeleri bırakmamışlardır. Okumalarını terk etmemişlerdir. Öyle ki hapishaneleri medrese-i Yusufiye’ye kalbetmişler, adeta hapishaneleri gerçek anlamda ıslahhanelere tebdil etmişlerdir.
Evet, insanları korkutmak mümkündür; ama şahs-ı manevî korkmaz.
İnsanları inandıkları hak dâvâdan geri çevirmek mümkün değildir. Hele hele bu hak dâvâ insanları bir Kur’ânî hakikate dayanıyorlarsa, bir güçlü nokta-i istinatları varsa, daha onlarla mücadele etmek neredeyse imkânsızdır. Bilâl-i Habeşi’yi çıplak bedeni ile sıcak kumlara yatırıp eziyetler çektirenler, bu zulümlerinin onun dâvâsına bağlanmasını daha da arttırdığını hesaba katmadılar.
Evet, hak dâvâ uğruna çekilen çile, o dâvâya olan bağlılığı arttırır.
Demek istediğim şey şu ki, Risale-i Nur hakikatlerini kimse engelleyemez. Kimse bu hizmeti akamete uğratamaz. Kur’ânî olanı, Kur’ân’â hizmet edeni Kur’ân muhafaza eder. Kur’ân’ı koruyan ve onu maddî ve manevî muhafaza edecek olan Allah’tır. O zaman Kur’ân’a bağlananları da muhafaza edecek olan Allah’tır.
Bediüzzaman, ‘Risale-i Nur ve hizmeti inayet-i Rabbaniye altındadır.’ diyor. O zaman o inayata dayananın Allah’tan başka neden korkusu olacaktır?
Yeni Asya cemaati bu tür problemleri dün de gördü, yarın da görecek. Gazetesi varsa kapatılabilir, daha önce defaatle kapatılmış, dergilerine müdahaleler olmuş, yayın faaliyetleri durdurulmuş, kitapları toplatılmış, programlarına müdahaleler olmuş, sohbetleri durdurulmaya çalışılmış, ama bir şey artık anlaşılmış ki, bu cemaat Risale-i Nur prensipleri çerçevesinde, istişare ederek, hürriyetçi bir yaklaşım içerisinde, her türlü hizmet faaliyetlerini şeffaflık çerçevesinde sürdürmektedir.
Hakikî Nur Talebelerinin hizmet mahalli, nefes aldığı yerlerdir. Önce nefsine, sonra dalga dalga ailesinden, akrabasından, komşusundan çevresine yayılan bir nuraniyet içerisinde ‘okumak’tır, ‘dinlemek’tir, ‘şuurlanmak’tır.
Hizmet, durmaz. Şahs-ı manevinin gücü mukavemetsûzdur, şahs-ı manevide sinerji vardır. Biri, binler kıymetinde ve kuvvetindedir.
Şahs-ı manevî korkmaz; korku, ittihadın bozulmasındandır.
Evet, zaman, cemaat zamanıdır; ama istişareli cemaat zamanıdır.
Sır, meşveret-i şer’iyeyi yapabilmekte ve eneyi orada eritebilmektedir.