"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Samimî olun, sonuç gelir

Sebahattin YAŞAR
13 Ekim 2014, Pazartesi 00:01
Bir toplum içinde insanların birbirlerine karşı ‘güven krizi’ varsa, başka bir problem aramaya gerek yok.

Bizim coğrafyada herkes de biliyor ki, sosyal hayatta ‘sıdk-doğruluk’ ölmüş.

Herkesin, ne acı ki, yalana maruz kaldığı, dürüstlüğün kaybolduğu onlarca hikâyesi mevcut.
İşte asıl kötü olan da bu. 
Bulaşıcı hale gelmiş ve bu hastalık âlem-i İslâmı sarmış, ülkemizi sarmış. Kötü olan da, bu durum çok da garip karşılanmıyor. Yalan, çirkin bir durum olarak ele alınmıyor.
Oysa bu, yüz yıllık derin geçmişi olan bir hastalık. İşte şimdi bireysel ve toplumsal anlamda karşı karşıya geldiğimiz sosyo-manevî problemler sadece birer neticeden ibarettir.
Zamanında ciddiye alınıp tedbir alınmayan hastalık, bugün Müslümanların büyük imtihanlarından birisidir.
Avrupa’da yalan, toplumda çirkin bir bozukluk olarak ele alınırken, kınanırken, dışlanırken; Asya’da normalleşmiş, çok da garip karşılanmıyor, adam işini yürütüyor deniyor. Bir küfür sıfatı olan çirkinlik pazarımızda alıcı bulmuş.
Bediüzzaman, 1911’li yıllarda, Müslümanların içinde olduğu bu sosyo-manevî hastalığın, ‘Sıdkın hayat-ı içtimaîye ve siyasîyede ölmesi’ olarak teşhisini koymuş, iyileşmenin de ancak, ‘sıdkı içimizde ihya edip diriltmek’le mümkün olacağını belirtmiştir.
İşte bu Kur’ânî tedaviye samimice kulak vermeyenler, bugün başka başka hastalıklarla boğuşmak durumunda kalmışlardır.
Haliyle en kötüsü de, manen hasta insanlarla uğraşmaktır. Ama samimî olmayan yöneticilerin de, kalkıp, ‘devlet için, millet için biz ne gerekiyorsa hemen adım atıyoruz’ cümleleri, ayrı bir samimiyetsizlik olarak karşımıza çıkıyor. O zaman, tedaviye cevap verecek adımları atmamak, tam bir körlüktür, hatta ortaya çıkan kötü neticeleri düşünüldüğünde ihanettir. 
Yani meselâ modern bilimler ile din bilimlerini birlikte okutacak olan Medresetü’z-Zehra, sosyal hayatı düzenleyecek bir uygulama projesi iken, neden birileri bunu ciddiye alıp, uygulamadı? On yıllardır yaşanan terör, anarşiye karşı hangi köklü tedbir uygulandı?
Yani en basitinden şu ülkede sadece yöneticiler ‘dürüst’ olsalar, ‘dürüstlüğe vurgu’ yapsalar; yalana, hileye, iki yüzlülüğe, sahtekârlığa meydan vermeseler tedavi noktasında çok ciddî bir adım atılmış olacaktır.
İnsanlar yöneticilerden ‘samimiyet’ bekliyor. Samimiyet yoksa, attığınız olumlu adımlar da ‘samimiyetsizlik’le karşılık buluyor.
Bu ülkenin insanlarının anladığı tek bir dil var. O da kendileri dindar olmasalar bile, dini emirleri yaşamasalar bile başındaki yöneticileri ‘dindar’, ‘samimî’ görmek istiyorlar.
Ama kabul edelim ki, bu beklenti cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşmedi.
O zaman tedavi de başlamış olmadı. İcraatlarınız ile söylemleriniz birbirini desteklemiyorsa, insanlar bu çelişkiyi görüyorlar.
En basitinden, köydeki çobandan üniversitedeki profesöre kadar ’demokrasi’ deyince heyecan duyulmuyorsa, saygı gösterilmiyorsa, baş tacı edilmiyorsa başka lâflar karın doyurmayacaktır.
Yine, en âmi bireyden ülkenin en üst yöneticisine kadar ‘demokratlık’ aranan, özlenen bir yaklaşım biçimi olarak görülmüyorsa, geri lâflar anlamsız kalacaktır.
Yine, toplum bir bütün halinde, ‘hak ve hukuk’ deyince, akan suların durduğu, kuvvetlinin değil, haklının güçlü olduğu bir ülke manzarası özlemi içinde değillerse, onun dışındaki sıkıntılara ağlayıp sızlayanlar kendilerinin gülünç duruma düştüklerini bile görmüyorlar demektir.
Yani bu gün kaç insanın, kaç sivil toplum teşekkülünün, kaç devlet kurumunun gündeminde sosyal problemlerin anası olan, ihtilâl anayasasını kaldırıp yerine, özgürlükçü, katılımcı, sivil ‘yeni bir anayasa’  oluşturmak var? Aslında ülke olarak çapımız, ‘anayasamız’dan anlaşılmıyor mu?
Demokrasiyi bir hayat tarzı haline getirememiş kişi, kim olursa olsun ve ne işle iştigal ediyorsa etsin, bir hayır beklemek anlamsızdır. Bu bir ülke yöneticisiyse, durum çok daha vahimdir. Yani birileri haklı olarak diktatörleri eleştirirken, her halde bu durum onun korunmuşluğunu göstermeyecektir. Her insan bir diktatör olma istidadı taşımıyor mu? Dış dünyaya diktatörleri eleştirenlerin önce evindeki uygulamaları bir gözden geçirmesi gerekmez mi?
Evet, biz ne çekiyorsak, istibdattan, baskılardan çekiyoruz. Hürriyet ve özgürlükler bizim ekmek kadar, su kadar önemsediğimiz bir nimettir. İşte bunun bir yerlerden başlaması lâzımdır.
Samimiyet noktasında bireylere düşen adımlar olduğu gibi, elbette kurumlara düşen adımlar da olacaktır. Öncelikle doğruluğun, dürüstlüğün aranan bir mü’min vasfı olduğuna vurgu yapılmalıdır. Yalanın bir kâfir sıfatı olduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
Bu noktada bir iyileşme başlarsa başka hastalıklar da iyileşme seyri gösterecektir. Yani meselâ, hak ve özgürlüklerin şahane kullanıldığı ortamlarda insanlar yalana başvurmayacaklardır. Bu da zaten bir tedavi biçimi olacaktır. Yani doğruluğun kendisi bir tedavi ünitesi olacaktır.
Cehalet, fakirlik, ihtilâf gibi toplumu kasıp kavuran hastalıklar, ‘özgürleşememiş, demokratlaşamamış’ toplumların birer hastalığı değil midir?
Bugün, otuz, kırk yıldır bu ülkenin yaşadığı anarşi ve terör problemlerinin temelinde, hak ve özgürlüklerin en kâmil anlamıyla anlaşılıp, kullanılamaması ve demokratlaşamamış insanlar, yöneticiler problemi yatıyor değil mi?
Meselâ bir Avrupa Birliği süreci neden tartışılmıyor? Konunun ilgilisi sivil toplum ne oldu? Neden sustular, susturuldular? Yoksa şahsî menfaatler mi devrede?
Haklar ve süreçler, ülkenin elli altmış yıllık yarınları hakkındaki kararlar, yorumlar bir iki kişinin -hatta iki bile çok oldu- iki dudağı arasında olabilir mi? Olursa ne olur? İşte şimdi yaşananlar olur.
Hasılı, yönetici olmak zor meslektir. En zor tarafı da, hem siyasetçi olmak hem de adaletli olmaktır. Ama işte olamazsanız da, işiniz iyice zorlaşacak demektir. Muhalefetiniz yoksa yıkım kaçınılmazdır. O zaman kendiniz size muhalefet edecek bir mekanizma kurmalısınız. Yoksa körleşme kaçınılmazdır. Asıl korkulacak şey, sizi kimsenin eleştirmez olmasıdır.
Yalanı olan, dolandırıcılığı olan, kişisel menfaatleri ön planda tutan siyasetçileri Avrupalılar bu günlerde çöp tenekelerine atıyorlar. İşte bu bir hayat biçimidir. Yalanı kabul etmiyoruz çığlığıdır.
Biz de lâyık olduklarımızla yönetiliyoruz. O zaman başlamamız gereken nokta, herkesin kendini bir ‘samimiyet’ testinden geçirmesidir.
Samimî olmayanın, samimiyet söylemleri yerini bulmayacaktır.
Biz hep sonucu konuşuyoruz. Terörü, anarşiyi, cinayetleri, boşanmaları, yalanı konuşuyoruz...
Konuşmadığımız ve çare aramadığımız şey, bu batağın nasıl ve neden oluştuğudur?
Samimî olun, dürüst olun; emin olun gerisi gelecektir.
Doğruluk, insanı/insanlığı tedavi edecektir.

Okunma Sayısı: 1447
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı