Doğrusu her işimizi istişare ederiz, istişare esnasında ne tür düşüncelerimiz varsa ifade ederiz, hak ve hukukumuzu sonuna kadar savunuruz, ama düşüncemizin lehinde veya aleyhinde bir sonuç çıkınca da ‘baş, göz üstüne’ der, işimize gücümüze bakarız. Bundan daha güzel ne var.
Her şeye rağmen sonuç belirlemeye kalkmayız. Kişileri yanıltma yoluyla, aldatma yoluyla, hile yoluyla etkilemeye kalkmayız. Kendi düşüncemizin veya iddiamızın doğru çıkması için doğruyu eğip bükmeyiz. Hakkın hatırını âlî tutarız.
Piyasada yanıltıcıların cümlelerine, kendine göre yorumlayıcıların yorumlarına bakınca, Nurun cümlelerini bile kendine göre, siyasetine göre, menfaatine göre yorumlayanlara bakınca insan gerçekten üzülüyor.
Fani şeyler uğrunda feda etmeyeceğimiz bir şeyler olmalı değil mi?
Yakınmamız ve şikâyetimiz aynı satırdan beslendiği halde, bazılarının hakikati incitmesidir. Kendi arzu ettiği sonuç çıkmayınca tuzu kokutanlar tehlikeli. Çünkü onun istediği şey olmamışsa, sonuç ne olursa olsun kötüdür. Oysa şer zannettiğimiz şeylerde hayırlar veya hayır zannettiğimiz şeyler de gizli olabilir.
Herkes ayinesinin müşahedatına tabidir. Tuzu kokutan, korkula ki, kendi tuzunu kokutmuştur. Çünkü dünyanın çivisi çıkmış diyenin muhtemel ki, kendi çivisi çıkmıştır. Kişiler, sistem, olaylar kötü gözüküyorsa, o zaman hükmedilir ki o bakış hastalık kapmış olabilir.
Hani su kişinin/hastanın durumuna göre bazen zehirdir ya. Bu da böyle bir şey. Adam su içiyor, ama hastalığı artıyor. Nurun masum cümleleri de, okuyanın niyet veya hastalanma durumuna göre farklı farklı neticeler ortaya çıkarıyor.
Her siyasî, içtimaî gelişmenin bize yeni bir imtihan olduğunu çoğu kez unutuyoruz. Peygamberimizin (asm) ortaya koyduğu hayat tarzı gereği, biz de her işimizi, hakikaten en küçük ve basit gibi gözüken meseleleri bile istişare etmek, ‘pişman olmak’ ve ‘keşke’ demek durumları ortadan kaldırıyor.
Ne yapıp edip, her işimizde istişare ahlâkını kazanmak zorundayız. Teklifimizin kabul görmesi imtihanımız olduğu gibi, görmemesi de bir başka imtihanımızdır.
İstişare sonrası, arzu etmediğimiz sonuçlar çıkınca durumu nefsimize kabullendirmeliyiz. Bu nefsimizin terbiye boyutudur. Zaten istişarenin bir özelliği de nefsi terbiye etmesidir. Yoksa her istediğimiz oluyorsa, bir dediğimiz iki edilmiyorsa, burada zaten bir nefis terbiyesi yoktur.
Bir konu ile ilgili alâkasız bir iki kişiyle arzu ettiğiniz sonucu almaya dönük yaptığınız görüşme istişare değildir. Veballi bir adım atılmış oluyor. Yani sorsanız böyle kişilerin niyeti de, kalbi de temizdir.
Ama istişare edebilmek hakikaten köklü bir kültürdür. Makama, imkâna, mevkiye, konuma bakmıyor. Hazreti Peygamberin (asm) arkadaşlarıyla istişaresinin ve çıkan kararın uygulanışının üslûbuna bakıldığında tam bir derin ahlâk, terbiye edilmiş bir nefis ve hakikatin önüne çıkarılmamış bir akıl kendini gösteriyor.
Başka çaremiz yok. Kur’ân’ın emri olan bu ahlâkı kazanmakla mükellefiz. Yoksa, Bediüzzaman’ın dediği gibi, âlem-i İslâmın en geri kalmasının bir sebebi olan bu sonuç değişmeyecektir.
Haklı şûrâ etmemişseniz, sonuç her halükârda aleyhinizedir.