Bir anda bir fırtına, bir kasırga geliyor ve ortalığı bir birine katıyor. Kıyamet kopuyor sanki. Taş üstünde taş kalmamış gibi bir görüntü. Kim bilir ne zaman diner bu fırtına ve ne zaman normale döner hayat.
İnsan tabiattaki felâketi anlıyor da, içindeki büyük fırtınayı çözümlemekte zorlanıyor. Gözle görülmeyen bir his, kapalı kapıyı, pencereyi paramparça edip acıklı bir kıyamet koparıyor içinizde. Sel afetine tutulmuş tabiat gibi göz duvarlarınızın sökülüp, yaşların setleri çoktan aştığını görürsünüz. Taa derinlerden bir duygu sökün edip gelir ve zerre zerre içinizi titreterek, boğazınızda yutulması mümkün olmayan bir düğüme dönüşür.
Acizliğinizi anlarsınız zamanla. Ağlamak, bir kulluk hali oluverir hemen. Ve dindirir ağrınızı, sızınızı. İçiniz boşalır ve derinden bir ‘ohhh!’ çekersiniz. Afete dönüşmüş gerçeğinizle baş başa kalırsınız.
Denizin tsunami dalgaları çekilmiş, fırtına dinmiş, yangın sönmüştür. Ve bu yakıcı zahmetin ardından insan özlem duymuştur varlığa.
Buradan bakınca âlemde var olmak, ‘özlemek’miş gibi duruyor. Kim bilir özlemek olmasaydı, hayat nasıl olurdu? Ruhlar âlemi, Cennet, giden sevdiklerimiz hepsi özlemin etrafında güzelleşiyor. Beka, bir özlemdir derinden.
İnsanın özlem duygusu geldiği yerle alâkalıdır. Görmediği, gitmediği, sevmediği bir şeyi özlemez insan. Özlemek bir yaşanmışlığın sonucudur.
Her yaşın, her unsurun ‘özlem’inin farklı olduğunu insan bu yaşa gelince anlarmış. Sevdiğini özleyenler, özlenenlerdir. Rabbini, âlemlere rahmet olanı, sevdiklerini özlemek ve görüşmek istemek doyasıya, hiç bitmemecesine.
Beka özlemi bu olsa gerek. Bir özlediği olmalı insanın. O yoksa hayat anlamsızdır. Aşığını dağlara taşlara savuran kavuşmak duygusu, bir özlem değil midir?
Yana yakıla, gece gündüz, sızlana sızlana duâlar, yakarışlar bir özlem değil midir? Yusuf’unu (as) özleyen Yakup (as) bize neyin dersini vermiştir? Leyla’nın Mecnun’u sizce neye kaptırmış kendini?
Evet, özleyin. Hem öyle bir özleyin ki, ayrılık diye bir şey kalmasın aranızda. Ve özlemek, ebedî bir kavuşmaya açsın kapılarını.