Vitrin bilindiği üzere, müessesenin dışa açılan yüzüdür.
Vitrinde olanlar müesseseyi temsil eden unsurlardır. Hiçbir esnaf kalitesiz, cazibesiz, düşük profilli mallarını vitrine koymaz. Koyması da akla uygun olmaz. Vitrinde kıymetli, kaliteli ve albenisi olan mallar yer alır.
Bu kaide ticaret hayatında böyle olduğu gibi sosyal, siyasî veya her türlü birliktelikleri olan topluluklarda da böyledir. Yani bir derneğin sözcüsü olan kişiden tutun, Beyaz Sarayın (kendi sarayımızı niye örnek veremiyorsak) hükümetinin sözcüsü olan kişiye kadar bir rastgelelik göremezsiniz. Onun orada olmasını gerektiren pek çok sebep vardır.
Bundan dolayı, hükümetler ciddî hataları olmasa da yüzü yıpranan, artık bıkkınlık veren, ses tonu, görüntüsü bile eskiyen vitrin insanlarını, ekran yüzlerini zamanla yeniliyorlar. Nitekim siyasiler de adına ‘metal yorgunluğu’ falan diyerek, zaman zaman yenilenmeye gidiyorlar. Doğrusu bu bir gerekliliktir. Hiçbir teşekkül kendi varlığına gölge düşüren, gün geçtikçe yıpratan, topluluk içerisindeki yeni yüzleri görünmez hale getiren ve onların da hukuklarını örseleyen bir yapıya müsaade etmez, etmemeli.
Bu, topluluğun yüz akı kahramanları incitmek anlamına gelmez. Zaten eskimek denen şey, artık iş yapamamak, varlığı ağırlaşmak, bıkkınlık vermek, sadece görüntü de kalmak gibi anlamlardadır. Bu biraz da otomatikman gelişen bir şeydir. Artık öylelerin yüzüne gülünmez haline gelir, oy verilmez, seçilmez, sevilmez hale gelir ki, gereken de budur. Siyasî, sosyal, ekonomik sahalarda bu sürekli bir yenilenme olarak varlığını sürdürür. ‘Teceddüt’ İlâhî bir kanundur.
Topluma hitabeden teşekküllerde bu dikkate alınmazsa o topluluk zamanla söner ve gerileme yaşar. Nitekim taze kan denen şey bu gerekliliğin bir sonucudur. Sektörlerin şaşkınlık verecek düzeyde gerek personel ve gerekse ürünler anlamında yenilenmeleri, yeni yeni yüzlerle takipçilerin karşılarına çıkmaları neyin sonucudur?
Peki maddî alanda bu gözetiliyor da manevî alanda acaba durum nedir? Her teşekkül kendini temsil eden vitrin insanlarını zaman zaman bir durum değerlendirmesine tabi tutuyor mu? Yoksa babada oğula geçen miras gibi, ‘İstesen de istemesen de elimizde olan budur.’ mu deniliyor? Yani vitrindeki kişinin varlığı, o topluluğa kar mı, zarar mı bakılmaz mı? Vitrindeki kişinin topluluğa kısa vadede uzun vadede getirisi ne olmuştur? Neredeydi nereye getirdi bulunduğu mekanizmayı? Kazanımları ne oldu? Onun varlığı neye hizmet etti? gibi soruları sorup soruşturan bir mekanizma var mıdır?
Son zamanlarda farklı manevî topluluklardaki vitrinde görülen kişilerin tartışılır hale gelmeleri, şahsî zaaf gibi durumları, dini yorumlama biçimleri gibi konularda gündeme gelmeleri bir yenilenmemeyi mi gösteriyor acaba?
Tabiî bu yenilenme de fıtrî gelişmelidir, birilerinin ataması şeklinde olmamalıdır. Kendisine biat etmeyeni; gençleştirme, vitrin yenileme gibi ataklarla bir şekilde pasifize etmek, elbette beklenen sonucu netice vermeyecektir. Siyasette de birileri sürekli duruyor, ama vitrin sürekli değişiyorsa, orada fıtrî olmayan müdahaleler kendini göstermez mi?
Oysa bu tür işler kabiliyet gerektirir. Kimin hangi konuda kabiliyeti varsa, elbette o konuda sözü dinlenecek olan odur. Yoksa bu adetullaha uyulmazsa, ister maddî teşekküller olsun isterse manevî, netice adem-i muvaffakiyetle sonuçlanır. Vakıa o ki, kendini yenilemenler, topluluğuna on kişi kazandırırsa yüz kişi kaybettirirler. Yenilenme deyince birileri, ‘Benim dışımdaki herkes değişebilir’ diyorsa, bu yenilenme değil, direnmedir. Böylelerin gidişi de, nazik olmayan bir şekilde olur. Nezaketi yitirmeyen, nezaketle uğurlanır.
Herkes, her kademede, vitrininde görünen insanlarına bir uygunluk testi yaparak, başarı grafiği neydi, nereye geldi araştırması yapmak durumundadır. Tabiî başarı da tabi ne iledir? Hile mi, aldatma mı, başkalarının hak ve hukukunu gasp ederek mi? Elbette bu da önemli. ‘Üzümünü ye bağını sorma’ mantığı burada geçmez. Çünkü yediğin üzümler kimin bağının üzümleridir?
İçi çürümüş pek çok ağaçlar var ki, varlığı sadece bir görüntüden ibaret kalmış. Oysa ağaçların varlığı meyvelerinin verimliliğine matuftur. Eğer meyve veremiyorsa, yenilenmeye de kapalı olmamalı. Herkes, nerede, ne iş yapıyorsa yapsın, ama gülünç duruma düşmeden boy aynasında endamına bir baksın. Bu, vitrininde olduğu topluluğu için olduğu kadar kendisi için de ciddî bir gerekliliktir. Bediüzzaman, bırakın vitrini, tıkanma yaşanıyorsa nesil değişikliğinden bahsediyor ve bir çağrı yapıyor: ‘Ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısından durmayınız, mezar sizi bekliyor, çekiliniz ta ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsaz edecek olan nesl-i cedid geldin!”.