Biraz şımarıklıktan mıdır yoksa biraz boşboğazlıktan mı belli değil; ama altmışlı yaşlara gelmiş bazı insanlarda kaba bir şakalaşma hastalığı var.
Düşük seviye.
Güya kendi aralarında, belki gençlik yıllarındaki samimiyetten kalma bir takım alışkanlıklardır, ama yaş ilerledikçe yapılan dostça şakaların da bir gözden geçirilmesi gerekmez mi?
Bazıları da güya entellektüel bir davranışmış gibi kabalığı hoş görünen bir ambalajla sırtında taşımaya çalışıyor.
Hiç şık değil.
Düşüncem o ki, her düşüncenin kendi içinde tutarlı, anlamlı bir davranış kalıbı, bir günlük hayat tarzı ve hatta giyim kuşam biçimi vardır.
Bu anormal değil.
Farklı olmak için acayip kılıklara girmek, fıtrî olanı zorlamak, bir takım aksaklık veya kusurları kamuflajla örtmeye çalışmak veya birilerine benzemek çabası şık kaçmıyor.
Elbette çok da bunu söylerken kalıplar çizmeye çalışmıyorum, ama herkes için bir kırmızı çizginin de varlığını gözden kaçıramayız.
Şekille uğraşmıyoruz diye, ne idüğü belirsiz bir konuşma, giyim kuşam, şakalaşma tarzı içinde olmak elbette kişiye yakışmaz.
Kişi için en güzel elbise, kendisi olmasına katkı sağlayan elbisedir.
Kimse bir başkası da olamıyor.
Yaşları altmışlara dayanmış beyefendiler aralarında şakalaşıyorlar. Güya bu şakalaşma muhabbetten geliyor. Ama bu çirkin şakalaşma örneğinden nefsin zevk aldığı apaçık. İşte asıl kötü olan da bu, altmışlı yaşlara dayanmış bir insanın halen çocuk gibi basit ve düşük ahlâk gibi duran, kaba şakalarını terk etmemesi hiç hoş değil.
Onlara baksan ortada bir kusur yok. Ama dışarıdan bakıldığında normal vatandaşı şaşkınlığa sevk eden bir garabet var.
Bu yaşlardaki bir insandan elbette beklenen davranışlar, şakalar var.
Bu beklenti abes değil.
Arkadaşını bir arkadaşına bırakırken, ‘Bu ihtiyar… sahip çıkın.’ der mi?
Ve bu güya espriden sonra, her iki taraf da katıla katıla güler mi?
Yani adama ‘ihtiyar …’ deniyor, haaaa haaaa gülüyor!
Adam, kendisinden büyük arkadaşına, ‘ihtiyar…’ diyor, haaa haaa o da gülüyor. Bu nedir Allah aşkına!
Oysa Nur satırları bize, ‘Kâmilin insanların zevk-i mealisini hoşnut eden bir halet, çocukça tabiat sahibine hoş gelmez.’ diyor.
Peki cümleye tersinden baktığımızda, çocukça tabiat sahiplerinin hoşnut oldukları bir halet, kâmilin insanları hoşnut ediyorsa, o zaman bunun adı nedir?
Anlaşılan, kemal sahibinin zevkinde bir hastalık var ya da ortada, taklidi kemale bürünmüş bir düşük insan var veya kemalde olan bir insanın zevk merkezinde bir bozulma var demektir.
Peki, böyle bir durum ehl-i imanda, ehl-i salâtta, ehl-i cemaate olur mu?
Böyleler, içinde oldukları garabetin farkında bile değiller. Ya böylelerin çevresinde, ‘Yahu bu durum size pek yakışmıyor.’ gibi cümleler kuran yok ya da konu ciddiye alınmıyor, espriye vuruluyor.
Böylece gariplik sürüp gidiyor.
Evet, evet, bir şekilde iç dışa aksediyor; ya bugün ya kırkından sonra…
Bir müddet sonra da, zaten alıştık deniyor ve durum ayıp olarak bile görünmüyor. Kahkahaya çevre de katılıyor ve o kişi öylece yakışıksız bir kimlikle, etiketle, adı çıkmış olarak yaşayıp gidiyor. Ne kötü bir gidiş!
Arkadaşına, dostuna, ‘Omzunda akrep var’ diyememek ne acı bir sondur. Desen de, ‘Sana ne benim akrebimden…’ cevabı ne düşündürücüdür.
İnsan elindeki, dilindeki ve sair organlardaki şakalarının yaşına uygun olup olmadığını gözden geçirmelidir.