Geçen hafta sonu, Yeni Asya Gazetesi’nin Yönetim Kurulu üyeleri GAP Bölgesi temsilcileriyle birlikte Şanlıurfa’daydı.
Doğrusu bir gözlemci gözlüğüyle toplantıları, konuşmacıları, toplantının işleyişini, toplantıyı tertip eden ev sahibinin tavır ve tutumlarını, beyaz saçlı olan büyükler ile siyah saçlı olan aynı toplantıdaki üyeleri, aralarındaki saygı ve sevgiyle birlikte söz hakkı kullanmalarını, söz hakkı kullanma esnasındaki özgür alanı ve farklı düşünen kişilere olan bakışları, tavırları bir bir gözlemledim.
Doğrusu, içinde olduğumuz bu toplulukla bir kez daha iftihar ettim. Her meselesini ‘istişare eden’ bir topluluk, kendi içinde ciddî bir şahsiyet taşıdığı gibi Türkiye için de bir medar-ı iftihardır.
Yani dinî kimliği olan bir cemaatte böyle bir demokratik yapılanma ve bu yapılanmanın zeminini oluşturan, her konuda ilgilisiyle ‘meşveret etme’ kaidesi, doğrusu tam da içime sinen bir özellik arz ediyor. Çünkü ‘yanlışa yanlış’ denilemeyen ortamların geldiği nokta ortada.
Yaşınız, konumunuz ne olursa olsun, eğer bu sistem içinde bir oy hakkınız varsa, orada bulunan herkesin sahip olduğu haklara otomatik olarak siz de sahip oluyorsunuz. Kimsenin reyinin, düşüncesinin özel bir üstünlüğü yok. Kafanıza takılan her konu ile ilgili meseleyi gündem konusu yapabiliyor, her türlü görüş ve düşüncenizi sonuna kadar savunabiliyorsunuz.
En yukarıda bulunan kişilerin tavır, tutum ve aldıkları kararları ile ilgili kafanızın içinde herhangi bir soru işareti bırakmayacak detaylara kadar bilgi alabiliyor ve gerektiğinde de, ‘Size bu konuda katılmıyorum. Bu kararın isabetli olduğunu düşünmüyorum.’ diyebiliyorsunuz. Ama tabiî ki, her türlü eleştiri ve farklı algılamayı paylaştıktan sonra da bir sonuca gelindiğinde ortaya çıkan karara, ‘Bu karar benim kararımdır.’ diyebilme büyüklüğü gösteriyorsunuz. İşte güzel olan da bu.
Yok, ‘Benim teklifim karar altına alınmazsa küserim, dışarıda da eleştiririm, katılmam, yanlış olur…’ gibi bir anlayış, zaten meşveretin de ruhuna uygun olmayan bir anlayıştır.
Diyeceğim o ki, hafta sonu izlediğim iki günlük, Yeni Asya GAP bölgesi meşveret ortamı tam bir gelişmiş demokrasi ortamı idi.
Yeni Asya’nın işleyen düzenini, meşveret yapılanmasını, meşveret üyelerinin niteliğini eleştiren dışarıdan seslerin, hüsn-ü niyetle bakmayı öğrenmeden, şahs-ı manevî içine girmeden ‘az, zayıf, güçsüz ama omuzlarına önemli, kudsî vazife konanları’ anlamalarının mümkün olmadığını/olmayacağını düşünüyorum.
Yeni Asya topluluğu, aldığı kararlarla, sosyal, siyasî olaylardaki bakış farklılıklarıyla hep özel bir konumda değerlendirilmiştir. Bunun da altında, bu topluluğun aldığı kararların ruhunu oluşturan dinamiğin ‘Risale-i Nurlar’ olduğunu düşünüyorum.
Nitekim bazı insanlar var ki, ‘biz de Risale-i Nur’lardan ilham alıyoruz’ dedikleri halde, bir takım siyasî, sosyal problemlere bulaşmış kirli elleri kendilerini ele veriyor. Yani hem Risale-i Nurların dediği gibi bir hayat tarzı içerisinde olmayacaksın hem de Risale-i Nurlardan ilham alıyoruz diyeceksin. Bu düşüncenin ömrünün uzun olmayacağı açıktır.
Yeni Asya’nın meşveret işleyişini tenkit eden bir beyefendinin küçücük işletmesindeki işleyişini izledim. ‘Kendisi gibi düşünmeyen çalışanına hayat hakkı tanımayan bir anlayışın apaçık tezahürü vardı.’ Kendisine, ‘demokrasi uygulaması zor değil mi?’ dediğimde, ‘ince mesajımı’ anlamış olacak ki, ‘Demokrasi patronu da yok saymak değil tabiî.’ cümlesini gülerek kurdu.
Bölge toplantısında, Yönetim Kurulu Başkan Vekili’nin kurduğu cümleler de bir o kadar konumuzu özetler nitelikte idi: “Biz buraya sizlere hesap vermeye geldik. Biz açık ifade edelim ki, sizin hizmetkârınızız. Bir kuruş bile almadan çalışıyoruz. Bu maddî ve manevî hizmet ancak İlâhî rıza için çalışılacak bir alandır. Ama Allah’ın rızasını alabilirsek bu en yüksek ücrettir. Lütfen bize kafanıza takılan her konuda soru sorun, cevap verelim. Kimsenin kafasında bir soru işareti kalmasın.”
Bu cümleler sağlıklı bir duruşun cümleleridir. Attığı adımda bir sakatlık bulunmayan kurum ve kişi elbette böyle bir cümle kurabilir. Bu sağlıklılık halinin devam edebilmesi için, her bir üyenin de hak ve hukukunu arayan, soran bir anlayış içinde olması icap eder.
Toplantıda Türkiye gündemindeki bütün meselelere de yine Risale-i Nur perspektifinden yaklaşımlar sunuldu. Toplantıdaki ruh hali, ‘Biz Risale-i Nurların hukukunu sonuna kadar savunacağız. Risale-i Nurlar bizim hayat hedefimizdir. Kimse Risale-i Nurları dünyevî, siyasî, şahsî, cemaatî menfaatlerine alet edemeyecektir.’ şeklindeydi.
Anladım ki, Türkiye’nin bu mütevazi topluluğun dün olduğu gibi bugün de duruşuna, şahsiyetine, bakış açısına ihtiyacı var. Yarınlar ancak, şahsiyetli duruş koyabilen, Kur’ân hazinesinden beslenebilen ve gerektiğinde de bu uğurda sıkıntı çekmeyi göze alabilen ‘kahramanlar topluluğu’ sayesinde gelişecektir.
Güçlü olmak; güce yakın olmak değildir. Gücün size yakın olmaya çalıştığı bir karakter taşımaktır.
Tebrikler, Yeni Asya topluluğu! Meşveret edin ve dik yürüyün, sizi güçlü kılan sır, Kur’ân’ın bu emrine olan imtisalinizdir. Sizi mele-i âlânın sakinleri alkışlıyor. İnayet-i İlâhî ve kahramanlar kahramanı Üstadlar sizinle birliktedir. Kervan durmasın, duraksamasın…