Kral çıktıktan sonra Reyland’ı huzuruna getirten Selâhaddin, ona İslâm savaş hukukuna göre Müslüman olduğu takdirde kendisine yapılacak muamelenin değişeceğini söyleyerek şahadet getirip Müslüman olmasını istedi.
Reylând bu teklifi reddedince Selâhaddin, ona daha önce Mekke’ye, Medine’ye saldırmaya kalkarak İslâm’ın mukaddes değerlerine hürmetsizlik ettiği ve Mısır kervanına saldırıp kervancılara merhametsizce davrandığı için kendi elleri ile öldüreceğine dair yemin ettiğini hatırlattı ve kılıcını çekip bir vuruşta başını gövdesinden ayırdı.
Frenk komutanı Reymond’un eşi Kontes Eschiva; savaş meydanından Teberiye’ye geçen Selâhaddin’e iç kalenin kapılarını açtı. O da eşinin memleketi olan Trablus’a giderken eşyalarını, paralarını, ailesini ve hizmetkârlarını almasına izin verdi.
Hittin Ovasında, düşmana ağır zayiat verdirerek kazandığı zafer sayesinde Kudüs Krallığının taarruz gücünü yok eden ve zırhlı şövalyelerini ortadan kaldıran Selâhaddin için artık Kudüs’e giden yolda kendisini durduracak ciddî bir engel kalmadı.
Bu yol, dosdoğru Kudüs’e giden dar bir hat değil, güzergâhı Frenk Krallığının hükmettiği ve Hıristiyan ahalinin yaşadığı yerlerden geçerek bütün ülkeyi içine alan geniş bir cihad alanı idi. Onun için karşısına çıkabilecek muhtemel tehlikeler de o nispette büyüktü.
Bunu bildiğinden çok hızlı hareket etmesi gerektiğini düşünen Selâhaddin, komutanlarını ve emirlerini topladı. Onlara, hedefi Kudüs olan fetih hatları çizerek hareket emri verdi. Kendisi de Akka’ya gitti.
Müslümanlar, karıncalar gibi Tir’den Kudüs’e kadar bütün ülkeye yayıldılar. Bir hafta içinde elli kadar Frenk şehrini teslim aldılar, kaleleri fethettiler ve bazı muhkem kalelerin dışındaki bütün Frenk topraklarını birer İslâm memleketi hâline getirdiler.
Akka’da bir süre kalıp sulhu sükûnu sağladıktan sonra Kuzeye giderek Tir’in üzerine yürüyen Selâhaddin, kalenin çok sağlam olduğunu ve kuşatsa da fethin zaman alacağını anlayınca muhasaradan vazgeçti. Yola devam ederek güzergâhı üzerindeki Sayda’yı muhasarasız, savaşsız teslim aldı ve Beyrut’a doğru ilerledi.
Beyrut Kalesi oldukça muhkem bir kaleydi. İçeride yeteri kadar askerin, erzakın, suyun, mühimmatın olduğu söyleniyordu. Muhafızlar kaleyi içerden ve dışarıdan savunmakta kararlı görünüyorlardı.
Selâhaddin bütün bunları bildiği hâlde kaleyi kuşattı. Saldırıya geçmeden önce lağımcılara kulelerin altını oydurarak bazılarını çökertti. Kaleyi savunan Frenk birlikleri yeniden saldırıya geçmek için geri çekilince kale halkı Müslümanların kaleye girdiğini zannederek deniz yolu ile kaçma telâşına düştü.
Frenk askerleri ile Hıristiyan ahalinin anlaşmazlığından doğan kargaşayı fırsat bilen Müslüman askerler kaleye girip bazı kulelere bayrak diktiler. Selâhaddin, canlarının bağışlanacağını söyleyince anlaşma metni hazırlandı. Kale teslim edildi.
Beyrut’tan Aşkalon’a giden Selâhaddin, şehrin Müslümanlara verilmesi hususunda kale muhafızlarını ve halkı ikna eden Guy’un gayretleri ile şehri teslim aldı. Orada birkaç gün kaldıktan sonra Gazze’yi, Darum’u, Yafa’yı, Yubna’yı, Latrun’i ve çevresini fethederek Mısır’ı Suriye’ye bağlayan yolun güvenliğini sağladı.