"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ayların en güzelidir, Nisan

Selim GÜNDÜZALP
19 Nisan 2015, Pazar
—Bir şiirinde “Ayların en zalimidir Nisan” diyen T. S. Eliot’a bir cevap denemesidir.—

Çünkü o ayda doğdu en yüce insan (asm)…

Kara toprağın bağrından leylaklar çıkarır Allah...

Ölü toprağın içinden, hayat çıkarır Allah. Gönül toprağının içine gömülü olan nice gizli güzellikleri de öyle çıkarır.

Ayların en güzelidir, Nisan. 

Çünkü o ayda doğdu en yüce insan (asm)…

Şaşırtır insanı Nisanın lisanı. 

Ne varsa kurumuş, çürümüş, ölmüş kökler ve dallar da dâhil, her birini bahar yağmurlarıyla diriltir Allah. Her nevi renkte bir bayram yaşanır karşımızda. Bahar şimdi ne kadar sardıysa, ısıttıysa içimizi, kış da bir vakit, bembeyaz bir yorgan gibi örtmüştü üzerimizi. Toprağın kara bağrındakileri unutmayan Allah, karlarla yıkamıştı içimizi. Kuru köklere can suyu göndermişti Allah. Cana can vermişti Allah. 

Yaz, sürprizlerle doludur; şaşırtır bizi. Sağanak sağanak yağan yağmurlar gibi... Damlalar nasıl sığınırsa bir gölün içine, biz de öyle sığındık gök kubbenin altında rahmetinin gökkuşağına. Göğün güzel yüzünü parıl parıl parlar gösteren o güzel manzara var ya, “Haydi güneşe! Haydi çıkın dışarıya!” der ya insana... Uzandık biz de öylece bir deniz kenarına. Kuytu köşede eski bir masanın üzerinde çaylarımızı yudumlayıp konuştuk maziden, konuştuk senden ve gelecekten… Bilmiyorum kaç saat, bilmiyorum ne kadar… 

Bildiğim bir şey var: Ben insanım. Irkım, milletim ne olursa olsun, ben bu dünyada bir insanım. Değerliyim, çünkü O’nun eseriyim. Düşünürüm bazen ilk atamız, Âdem babamız hangi ırktandı diye.. Ölünce doğrusu kalmıyor ırktan yana bir şey. Ruhun ırkı olmadığını ölünce anlayacak insan. Bari çok geç kalmasa... Şeytanın boş durmayıp ırkların arasına kattığı dâvâ var ya: “Sen şu; o bu.” ya da “Siyah veya beyaz”; tonlarımızı ayırmaya kalkması var ya, her asra damgasını vuran bir felâket olmuş bu. Bu tuzağın içine milyonlarca insan yuvarlanmış. 

***

Bazen Nisan, kışa yakın dururdu, içimizi dondururdu. Bahar yakın diye katlanırdık soğuğa. Ve çocukluğumuzda… Kendi odamızdaki yalnızlığımızda, çocukluk arkadaşlarımız çıkagelirdi ilk yağan karlarla beraber. Buz tutmuş yerlerde kızaksız kayardık. Çığlık çığlığa naralar atardık dört bir yana. Bir yerimizin incinmesinden korka korka kayardık. Ama her defasında bu korkuyla beraber, kaymaktan da büyük bir zevk alırdık. Kayardık “fıjjjjjjt” diye bayırdan aşağı doğru. Bir tümsekten aşağılara doğru inerdik. Yüreğimiz iner, yüreğimiz kalkar; ha bayıldı ha bayılacak olurduk. “Sıkı tutun” derdi bir dost ses. “Kızağına sıkı tutun.” Şimdi “Hayata sıkı tutun” dediği gibi. 

Hayata tutunmakla iş bitmiyor ki… Hayatın hayatı iman. İmana tutun ki, hayatın renk kazansın. İmanlı bir hayata tutunanın rengi gelsin yüzüne. Ruhuna ahenk gelir. Bin bir renk içinde o renk seçilsin. 

Freni patlamış arabanın direksiyonuna tutunsan ne olacak ki? Hayata, hayatın kendisi için değil, hayatın ötesi için tutunmak; onun için de inanç ile, iman ile hayata tutunmak gerek. 

Günde birkaç kez o soruyu sormak: “Niçin dünyadayız? Neden burdayız?”

Bu soruları soralım ki, yolumuzu doğrultalım. Hayata iman ile bakalım, bağlanalım. Yoksa, geldiği yolu, gittiği yönü bilmeyen, şeytanın arabasına biner. 

Karda, dağlarda ve ormanda özgür hisseder insan kendini. Şehrin içindeki gürültü tutsak eder insanı. Oysa insan özgürlüğü yalnızlıkta ve sessizlikte bulur. Şimdi bakıyorum da dökülen yaprakların arasından, kuru dalların arasından gözüken dağ manzarası, ağaçların yapraklı ve meyveli haliyle gözüken manzarasından hiç de aşağı değilmiş. 

Şehirde ne kadar yoksun insanlar dalından, meyvesinden, kökünden ağaçların. Hangi dallar büyüyecek de meyve verecek burada, bu taş yığınları arasında?

Ey insanoğlu! Bilemezsin ecelini, ne zaman paydos vaktinin geleceğini. Bildiğin bir şey varsa senin, yaşadığın bu andır işte. Bildiğin, ancak bu kadardır işte. 

Nereye baksan, bin bir parça suretler... 

Yıllar yılı dost bildiğin aynalar, yüzüne gerçeği söyler...

Kırık aynada bütün arama. 

Aç yeni bir sayfa. Geçmişe bakıp ağlama. Mazisi olan insan, üzüntülüdür, pişmandır. Hatırlanması gerekenleri hatırladıkça üzülür, erir. Çünkü telâfi edemediği birçok şeyler vardır. Ama yine de teselli bulabilir insanlığından, kalan insan yanından, Allah’a olan imanından ve ümidinden. 

Hiç olmazsa değiştirebileceği bazı şeyler vardır: İçten içe yanmak gibi ve karadan aka geçmek gibi… Hayatın en temiz yolunda yeniden bir sayfa açıp yürümek gibi…

Parçalanan aynada bütün arama. Kırık suretler yansır orada. Güneşin kavurduğu yapraklar önünde duruyor kucak kucak…

Hani o gecenin o sessizliğinde cırcır böceğinin zikriyle verdiği huzur? Hani, o ölü ağacın gölgesine sığındığımız ağır ikindiler? Nerede o kuru taşın üzerinden sular akarken çıkardığı şak şak eden uyarıcı sesleri? Nerede o birbirine değen taşların zikir sesleri? 

Bir tarih atar gibi elinle çizersin kayaları. Orada senden sonra gelenler sana ait imzayı görsün diye. Ağaç yoksa da gel, sığın bir gölgesine kayanın. Seni ağırlamaya gelen akşamı gölgenle beraber sen de karşılamaya çık. Sana korkudan bahsedenlerin üzerlerine sen de bir avuç ümit serp. 

İçin ürperdi değil mi? Serin esiyor rüzgâr buralarda benim doğduğum yerin rüzgârı gibi. 

Dünyalı kardeşim, dünyalı dostum: “Nerde kaldın?” diye sormayacak mısın rüzgâra? “Nerde kaldın?” 

Önce çiçeklerini uzatır dallar bizlere, Allah namına, sonra meyvelerini... Şimdi mor salkımlı sümbüllerin vaktidir. Burcu burcu tüten o kokular arasında kaybolup gitme vaktidir. Göç borusu çalmadan, “vakit geç oldu” diye kalamadığımıza üzüleceğiz yine. Bu güzel bahçelerden her akşam erken döneceğiz. İstesek de istemesek de erken döneceğiz. 

Hangi dönüş geçtir ki? Her dönüş erkendir şimdi. 

Yaşarken bazen şaşırır insan. Aynaya baksa, kendi suretine de şaşırır, “Bu ben miyim?” diye. Ne ölüdür, ne diridir. Işığın kalbine doğru bakarken, kalbin bir diğer kalp ile sessiz konuşmasını dinler huzur içinde insan.

Ve aylardan Nisan…

Ayların en güzelidir Nisan…

Çünkü o ayda doğdu en yüce insan (asm)…

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Varlıkların en azizi, en şereflisidir o sevgili peygamber, o güzel insan (asm)…

Bunu böyle bilmeli, bellemelidir her insan.

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

En akıllı bildiğin insan, eşyasını yanında taşıyandır. Göç vakti geldiğinde, tereddüt etmeyendir, geri dönüp bir şey almaya kalkmayandır, hazır olandır. Bir daha geriye doğru bakmamıza da izin yoktur. Elinizde ne taşırsanız, ne varsa yanınızda, odur işte sizinle gidecek olan.

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Okunma Sayısı: 1890
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı