"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Bir garip öldü diyeler”

Selim GÜNDÜZALP
17 Ağustos 2014, Pazar
Salih de göçtü. Garip bir çocuktu. Belki ardından ağlayanı bile yoktu. O gerçekten garipti. Siz tanımazsınız Salih’i. Hatta yakın çevremdekiler bile. Salih’in Babası Ali Amca, babamın arkadaşıydı. Sizin anlayacağınız, dostluğumuz eskidir onunla.
Geçtiğimiz bayram günlerini müteakip sabahlardan biriydi. Komşum Arabacı Ahmet Abi; “Duydun mu Salih öldü...” diye verdi acı haberi. Her ölüm haberinin ardından yaşadığımın biraz farklısını, belki biraz da fazlasını yaşadım, şaştım kaldım. “Bizim Salih mi?” diyebildim sadece.
Şimdi bu haberi, dünyamda nereye koyacaktım? Bilemedim gitti. Nefsim hoşlanmasa da, duyduğum haber, kendi haberimdi aslında. Ölüm bu işte. Bıçak gibi keser hayatı orta yerinden tam da.

“Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda
Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda…”
- Necip Fazıl Kısakürek

Şairimiz gibi mi söylemeliyim? Bilemiyorum ne demeliyim? Ölüm dâvetisiz misafir gibi. Kapıyı çalmadan gelir. Yeteri kadar haberci göndermiştir öncesinden. Titreyen eller, dermansız dizler… Ara ara yoklayan hastalıklar… Düşen omuzlar, beyazlayan saçlar… Evvel giden dostlar, arkadaşlar… Hepsi, ama hepsi bize birer habercidir. Ölümün keşif kollarıdır her biri.
Başkası ölse de, her haberde ölen biziz. Belki yarın, belki de az sonra bizim de kapımızı çalacaktır.
Hazırlıklı olmuşuz ya da olmamışız fark etmez. O yalnız gelir. Ama asla yalnız gitmez. Zengin fakir, ihtiyar genç ayırımı da yapmaz. Sizi, bizi, her kimse o, eceli geleni almadan, asla gitmez.
Her ölümde biz varız. Ölenlerle ölümü, biz de yaşarız. Belki de bunun için biraz şaşarız, afallarız. O geldi mi, teklifsiz gelir. Onca yaşanmış ne varsa hepsi burada kalır. Elinde ne varsa hepsini atarsın. Başlanmış ya da bitirilememiş ne varsa hepsi kalır. O gelir, emaneti alır, hepsini bırakırsın burada. Dünyaya sığmayan o insanlar, gün gelir, bir tabuta sığarlar.
Neler düşünmedim neler… Ne yapacaktım bu haberi? Nereye koyacaktım? Hafıza arşivine mi atacaktım hemen? Yoksa münasip bir yerde mi bekletecektim? Sakin bir vakitte yâd etmek üzere…
Kalbim kabullendi, ama aklım değil. Salih’in vefatını özel bir yere koydum. Nasıl özel bir yer diyeceksiniz. Onu ben de tam anlamış değilim. Amma peşimi bırakmayacaktı. Salih’in ölümünü, özelde ise kendi ölümümü düşünecektim.
Öyle de oldu…
Ben onu aramadan o beni buldu. Bir boşluk anında bu haber, acı acı kemirmeye başladı içimi. Neden bilmem bazı ölümler hiç, ama hiç çıkmaz kalbimden. Ne gibi yeri, ne gibi özellikleri vardır hayatımda tam da anlamış, bilmiş değilim ya. Salih’in vefatı, bir tablodaki batmayan güneş gibi duruyor şimdi karşımda.
Gerçekten de Salih garipti. Gariplerin vefatı da garip oluyor. O vefatlar ruhumda derin izler bırakıyor. Hemen Yunus Emre’nin şiirini hatırladım:

Acep şu yerde varm’ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin

Söyler dilim ağlar gözüm
Gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım
Şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin

Hey Emre’m Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin

Ramazan boyunca, gün geçmez görüşürdük. Camiye, çarşıya gidip gelirken, yolumun üzerinde karşılaşırdık onunla. Garibin hastalığı da vardı sanki. Bir gün elini karın bölgesine götürüp, ağrıdığını söylemişti. Kimseler duymasın der gibi, söyleyişindeki edaya da şaşırmıştım doğrusu.
Salih garipti, ama ince adamdı vesselâm. Konuştu mu var yok arasıydı sesi. Yağmur çiselerken çıkan bir ses gibiydi adeta. Harflere sanki hiç basmadan, sessizce konuşurdu. Hatta konuşmazdı bile. Pantomim yapar gibi anlatırdı halini. Zarif mi zarif  el hareketleriyle.
Çok saygılıydı. Meşgul etmek istemezdi. Uzun müddet durmazdı. Derdini, halini arz eder, işinin başına dönerdi.
İşine gelince… Sokaklardaki çöp bidonlarından kâğıt ve karton toplamaktı. Hırsla değil, önüne çıkana tevekkülle razı olurdu. Başkasının rızkına el atmazdı. Bunu çok defa müşahede ettim. Yaptığı işe saygı duyardım. Salih’i bu yönüyle hayatımızın bir parçası bildim.
Yeni fark ettim. Gizli gizli onu izlerdim. Gayri şuurî olarak… Bazen insan kendi kaderini başkalarında izler. Karşısındakilerde yaşar. Farkında olsun ya da olmasın… Derdi aynı olanlar kendilerini birbirlerine yakın bulurlar. Sevinçler gibi kederlerin de, fakirliğin ve yoksulluğun da ortak bir dili vardır. İnsanları aynı şemsiye altında toplar. Salih’le ortak yanlarımız olsa gerek.
Tin tin yürürdü. Bastığı yere dikkat ederdi. Hasılı, karınca ezmez biriydi. Kimseye zerrece zararı olmayacak âdemlerden bir âdemdi.
Önce inanamadım vefat haberine. Çok sürmedi, bunu da kabullendi nefsim sonunda… Sandımdı… Ama olmadı… Aldığım nice vefat haberlerinin arasında, o da yerini aldı. Zannettimdi… Ama olmadı… Olamadı her nedense. Onun vefatı yanıp söndü hayal ekranımda. Zeytinyağı gibi üste çıkmaya başladı. Yaşadığım günlerin hemen her saatine usulca girdi. Eski, kahverengi bir fotoğraf karesi gibi… O fotoğraf karesi çok sihirli. O kutuyu açınca gördüğüm yüzler o kadar çok ki… Sadece onunki yok orada. Sayısız isimler, resimler var. O kadar çok suretler var ki, şaşıyorum… “Bu insanlar sahi yaşadı mı bu dünyada?” diye. Sormadan edemiyorum... Bazen acı, bazen tatlı bir rüya gibi geliyor bunlar bana..
Nice nur yüzlü simalar, dedeler nineler, arkadaşlar dostlar, analar babalar hep ordalar.. Resmî geçit yapıyorlar sanki.
Salih de bu sihirli kutuda yerini aldı. Bir farkla… Onları unutulmaktan kurtardı. Dostlara yeniden bir pencere açtı. “Yaşarken beni hatırlamayan, öldükten sonra hatırlamış ne çıkar?” diyenlerden değiliz çok şükür.
Salih bir ayna oldu. Yüzüme bir ayna tuttu. Onun vefatında kendimi gördüm.
«««
Salih’in cenazesi defnedildi. O mezarda kaldı, bizler de evlerimize döndük.
Ne garip değil mi?
Aslında o evine döndü, biz gurbette kaldık.
Ölüm nedir ki diyeceksiniz?
Bir evden diğer eve taşınmak işte…
Göz ile görmek nasıl farklı şeyler ise, ruhumuz da bedenimizden apayrı bir şey.
Ruh ve beden arasındaki ilişkiye gelince… Zamanla eskiyip parçalansa da elbisemiz, bedenimize asla bir şey olmaz. Elbise parçalansa da, bedenimiz sapasağlam kalır.
Aynen öyle de; bedenimiz mezarda çürüyüp dağılsa da, o bizim ruhumuzun elbisesinden başka bir şey değildir. Ruhumuz ise bölünmez, parçalanmaz ve dağılmaz. Rabbimiz onu özel bir yerde muhafaza eder. Mahşer sabahı dirilecek olan bedenimize tekrar dönmek üzere bekler o günü..
«««
Demek akranlarla da buluşmaya başladık musallalarda…
Önce sokaklarda başlamıştı maceramız. Ardından okullarda buluştuk. Sonra askerde. Hayatın değişik safhalarında, yolumuz kesişti hep akranlarımızla.
Şimdi cenaze namazlarında buluşur olduk. Kader bu işte..
Başı da güzeldir onun, sonu da güzeldir. Sadece bir yanına bakıp da haksızlık etme. Hayatın sadece yaşadığın bir kısmına bakıp da güzel deme. Manzaranın tamamını gör. Ölümün adını duyunca yüzünü ekşitme. Hayatın başına ne gelse güzeldir. Çünkü gelen Ondandır, O güzeller güzelindendir. Güzelden şer gelmez, çirkin bir şey gelmez.
Biz aynamıza bakalım… İçimizin tozunu alalım… Görünen de güzel olacaktır o zaman inanın.
Bunu görüp yaşayalım.
Veren Allah oldu mu, direnen kim olabilir ki? Verdiği hayat güzelse, verdiği ölüm de güzeldir deriz.
Hayat gibi ölüme de şükrederiz. Bir de vazifemizi yapmışsak, gönlümüz rahatsa tamam..
Yoksa işimiz kolay değil. Kolay zaten hiçbir zaman kolay değil. Kolay zordur her zaman. Hayatı zorlaştıran biziz aslında. Yaradan değil…
Oysa ker şey olduğu gibi kalsa… Aldığımız emaneti bozmasak… Ne güzel olacak.
Her şey O’nunla olunca kolay. Zor bile kolay...
Salih garip âdemdi.
Dâvete uydu.
Yürüdü Hakk’a gitti..
Tasası bizi tuttu şimdi...
Bizim sıramız ne zaman?
Yaman sorudur bu, yaman...
Var mı kendine bu soruyu soran, soracak olan?
Şimdi değilse ne zaman?
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Not: 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde başta Sakarya olmak üzere Gölcük, Düzce, İstanbul ve civarında vefat eden bütün kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. 
Okunma Sayısı: 2373
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı