"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sana ibret gerek ise

Selim GÜNDÜZALP
08 Şubat 2015, Pazar
Yunus’umuzun güzel bir şiiri var. Her ne vakit onu terennüm etsem; paslanmış kalbim açılır, yüreğimin yağı, gönlümün taşı erir, hayatım birden hizaya girer.

Selâm olsun Yunus’uma, selâm olsun Muhammed Mustafa’ya (asm), selâm olsun evvel giden ahbaplara, dostlara…

Sana ibret gerek ise,

Gel göresin bu sinleri.

Ger taş isen eriyesin,

Bakıp görücek bunları.

    Şunlar ki çoktu malları,

    Gör nice oldu halleri.

    Son ucu bir gömlek imiş,

    Onun da yoktur yenleri.

Kabristanlar ders veriyor. Ders almasını bilenler için...

Şimdi başında durup duâ okuduğumuz taş ve o taşın altında yatan o beden ve baş da bizim gibi nefes alıp vermiyor muydu? Bir vakitler o da bizim gibi gezip dolaşmıyor muydu yeryüzünde? Şimdi onun yerinde biz olabilirdik, bizim yerimizde de bu duayı okuyan kişi o olabilirdi.

Atan kalpler durdu bir gün.

Dört yanı toprak duvar oldu bir gün.

Üzerinde çimenler, güller bitti bir gün.

Kabristandaki taşlar, sırlarını ifşa ediyorlar. Kulak verene sesleniyorlar.

Yüzümüze baka baka konuşuyor taşlar, taşların ardındaki zarif bedenler, bir vakit dünyada nefes alıp verenler…

Onlar da bizim gibi şu dünyaya bağlıydı. Bir kısmının namı şanı bize ulaşacak kadar çoktu. Zengindi bir kısmı, güçlüydü.

İçlerinde bazıları vardı ki, bir defa olsun huzura durmamıştı. Bırakın Allah’a inanmayı, ilahlık bile dâvâ etmişlerdi. Dünyanın bütün nimetleri önlerine serilse de, gökten ve yerden sayısız nimetlerle beslenseler de, bazılarının bir ömür Allah’ı anmak hatırlarına bile gelmemişti.

Ne oldu şimdi? Ne oldu?

Kendini hiç ölmeyecek zannedenler de öldü. Sanki bu hayat hiç bitmeyecek gibiydi; şimdi her şey bitti. Gidenler gitti, göçenler göçtü. İsyanlarının ya da itaatlerinin kaydı tutuldu. Yaşadıkları ömrün kaydı tutuldu. Onlarla beraber gittiler.

Hani mülke benim diyen?

Köşk ü saray beğenmeyen.

Şimdi bir evde yatarlar,

Taşlar olmuş üstünleri

     Bunlar eve girmeyeler,

     Züht ü taat kılmayalar.

     Bu beyliği bulmayalar,

     Zira geçti devranları.

Bir gün ummadıkları bir anda, kaçınılmaz olan akıbet başlarına geldi. Sonunda bir taş başlarına dikildi. Günlük çekişmeler, kavgalar, kaygılar ve ebede uzanan arzular oyaladı onları. Tıpkı şimdi bizi oyaladığı gibi... Bir gün ecel hazırlıksız yakaladı onları. Kimi her günkü işinin başındaydı, kimi eğlencesinde, oyunundaydı, kimi de uykusundaydı. Kiminin kalbi dayanamadı, kiminin beynine bir felç geldi, kimi bir kazada gitti. Ölüm geldi cihane, baş ağrısı bahane…

Gidenler gitti, göçenler göçtü.

Gidenlerin pek çoğu, ardında bir iz bile bırakamadan gitti. Pek çoğunun adı unutuldu. Bıraktıkları eserler de kısa bir zaman sonra silindi gitti. Onlardan geriye sadece taşlar kaldı, yattığı yerlerdeki topraklar kaldı.

Kiminin kabri bulunup çıkarılıyor şimdi. Kiminin ki, toprak altında kaldı. Kiminin cesedi müzelerde sergileniyor ibret alalım diye, ekserisinin de bedenleri çoktan toprağa karıştı.

Bir vakit onlar da bizim gibi nefes alıp veriyordu yeryüzünde. Allah’ın gökten ve yerden gönderdiği sayısız nimetlerle besleniyorlardı.

Dünyaya aziz bir misafir olarak gönderilmişlerdi. Misafir olduklarını unutmasınlar diye onlara peygamber gönderilmişti, kitap gönderilmişti. Her biri yeteri kadar uyarılmıştı. Hiçbirine haksızlık edilmemişti. Şu dünyada en güzel şekilde ağırlanmıştı hepsi. Aynı güneşte ısındılar, aynı yağmurda ıslandılar, aynı havayı soludular tıpkı bizim gibi...

Çiçekler, kuşlar, dereler, denizler bize anlattıklarını bir vakit onlara da anlattılar. Kimileri duydu, kimileri kulağını tıkadı geçti bu seslere. Şimdi sadece taşlar var onlardan bize kalan ve onların başına geleni bize anlatan.

Yine Yunus’umuzun tabiriyle, “baş ucunda hece taşları” var sadece..

Şimdi ne fakirlik, ne zenginlik var…

Toprağın üstündeki her bir hâl, onlar için hayal artık. Dünya hayatındaki merdivenin en üst katındakiyle, alt katındaki aynı şimdi. Sadece manevî yönden bir fark aralarında.. O fark da zaten, en önemli fark. Kazandıklarını ya da kaybettiklerini gittikleri yerde görecekler. Bize ders veriyor bu taşlar. Toprağa düşmeden önce bu başlar düşünsün diye..

Yüzümüze baka baka konuşuyor taşlar, toprağa karışmış olan o narin bedenler. Bugün yarın demeden, ölmeye aday biz fanilere ders veriyor taşlar…

Hani ol şirin sözlüler?

Hani ol güneş yüzlüler?

Şöyle kayıp olmuş bunlar,

Hiç belirmez nişanları.

      Bunlar bir vakt beyler idi,

      Kapıcılar korlar idi.

      Gel şimdi gör bilmeyesin,

      Bey hangidir, ya kulları?

Allah’ım, duâm şu ki, gözümüze toprak dolmadan, şu bedenimiz toprağa girmeden kalbimize bir diriliş ihsan eyle.

İmanın ve hidayetin tohumunu kalplerimizde ağaç eyle...

Bu baharda çiçek açmaya müsait eyle.

Taşlar bile yeşerirken, insan dirilip doğmaz ise, vah ki onun haline, eyvah ki onun hallerine...

Rahmetin erişsin kalbimize, yağmur olup dökülsün üzerimize.

Senden uzak gafletle geçmiş vakitlerimize bir nur serp, bir ışık tut önüme.

Yağsın en güzel, en billur ilhamlar yüreğimize…

Güller bahçede değil, kalbimizde açsın.

Bu baharda; bu gönüllerde de ne olur, imanın çiçekleri açsın.

Yetiş imdadımıza, yetiş yaralı ruhumuza.

Meded ey rahmeti sonsuz, affı sonsuz olan...

Yetiş imdadımıza.

Karlı dağların eriyen suları gibi, yüreğimizi erit, içimizdeki taşları parçala…

Yeni bir hayata hazırla ruhumuzu…

Senden duâmız budur ya Rabbi…

Ne kapı vardır giresi,

Ne yemek vardır yiyesi.

Ne ışık vardır göresi,

Dün olmuştur gündüzleri.

     Bir gün senin dahi Yunus,

     Benim dediklerin kala.

     Seni dahi böyle ede,

     Nitekim etti bunları.

ARI İLE KARINCA

Bir arı, bir karıncanın bin bir güçlükle taneyi yuvasına götürdüğünü görünce, ona şöyle seslendi:

“Ey karınca, bu kendine yüklediğin nasıl bir meşakkat, seçtiğin nasıl bir yüktür? Gel de benim yediğim içtiğim yeri bir gör. En güzel ve en hoş yiyecekler benden artmadıkça padişahlara ulaşmaz. İstediğim yere konar, istediğimi seçer ve istediğimden yerim.”

Bu sözleri söylerken uçtu ve kasap dükkânında bir etin üzerine kondu. Kasap elindeki bıçağı o mağrur arının üzerine öyle bir vurdu ki onu iki parçaya böldü ve yere attı. Karınca gelip onu ayağından çekti ve şöyle dedi:

“Nice bir anlık şehvet vardır ki, sahibini uzun zaman üzüntüde bırakır.”

Arı ise: “Beni istemediğim yere götürme” dedi. Karınca da:

“Kim hırs ve şehveti sebebiyle dilediği, arzu ettiği yere konarsa, onu istemediği yere götürürler” diye karşılık verdi.

(İ. H. Bursevî, R. Beyan, 16.Cilt, Erkam Yay.)

Rabbimiz buyuruyor:

“O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.” (A’râf, 51)

Sevgili Peygamberimiz (asm) der ki:

“Cennet nefsin hoşuna gitmeyen şeylere; cehennem ise şehevî şeylerle kuşatılmıştır.” (Müslim, Cennet, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 22; Tirmizî, Cennet, 21)

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Not: Bu hafta Gülfer Babaanneyi ebedî hayata uğurladık.. Onun mübarek yüzüne her baktığımızda, Allah’a ve Rasulallah’a (asm) olan muhabbetinin sevincini ve izlerini görürdük.. Rabbim bu şahadetimizi kabul eylesin.. Sevgili annemizin mekânını cennet, ruhuna da binler rahmet eylesin inşaallah..            Sizlerden de rahmet duâları bekleriz…

Okunma Sayısı: 4961
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı