Seni buraya,
Bu dünyaya kim getirdi?
Binlerce değil, sonsuz ihtimaller arasından kim bu en güzel şekli seçti?
Seni insan olarak yarattı?
Bir bak geriye doğru…
Varlıklar o kadar çok ki..
Sen onlardan biri olmayı bırak
Hiç olmayabilirdin de…
Kolay değil insan olmak
Hayatını insanca sürdürmek
Bir an, bir gün değil, koca bir ömür boyu
Her şeyin Senin hayatının etrafında fır fır dönmesi…
Sor artık
Kolay mı sanıyorsun insan olmak?
Bana niye sorulmadı diye mızmızlık yapacağına,
Oyunbozanlık yapıp minderin dışına kaçacağına
O soruyu sor artık
İnsana sormak yaraşır
Sor ki, cevabını bulasın.
Oturduğun yerden, yaşadığın yerden haberin yok!
Ama her şey âdeta sana göre dizayn edilip hazırlanmış..
Süt fabrikası olan inekler, koyunlar
Bal fabrikası olan arılar
Hep hizmetine verilmiş..
Say say bitmez…
Şefkatli anneler babalar,
Okullarda öğretmenler, hocalar…
Geceler, gündüzler,
Mevsimler, aylar, yıldızlar ve güneşler…
Ey küçük insan
Hepsi senin hizmetine verilmiş…
Senin kimyevî elementlerden meydana geldiğin doğru
Ama bu tarif seni ancak gübre olarak kullanmayı düşünenlerin işine yarar
Oysa ruhunla, kalbinle, aklınla, düşünce ve duygularına bu dünyanın en seçkin bir varlığı konumundasın.
Yaradanın özel koruması altındasın.
Bedenindeki yüz trilyon hücrenin her birinin ne istediğini ne yaptığını bilen sen değilsin…
Haberin bile yok
Ne içinde, ne dışında olup bitenlerden.
Ama hayatın tıkır tıkır yürüyor
Ahenkle bir ömür boyu hem de.
Unutuyorsun bazen çok iyi bildiğin birinin ismini
Kim hatırlatıyor?
Sabahleyin kalktığında her şeyi yerli yerinde buluyorsun
Kim hazırlıyor her sabah taze bir hayatı?
Kim getiriyor kapına her sabah güneşi?
Kim uyandırıyor seni?
Kim kaldırıyor yattığın yerden?
Uyan da bir gün sor artık!
Annen hayret çığlıkları atmıştı sen doğduğunda, kucağına verildiğinde
Bu ne demekti biliyor musun?
“Yaratan sensin Allah’ım” demekti.
Bir yandan kendi acizliğine bakıyor, diğer yandan ise kollarında tuttuğu mu’cizeye bakıp sahiplenemiyordu…
Rabbim bir damla suyu içimde terbiye edip bana bir evlât hediye eden ancak Senin rahmetindir, Senin şefkatindir diye mırıldanıyordu…
Sen de sor artık
O soruyu şimdi sor artık…
Geç olmadan sor artık…
“Rabbin kim?” diye soracaklar bir gün
Öldüğünde sorulacak soruyu şimdi sor ki..
Hem burada, hem orada rahat edesin..
Hem o kadar zevkli ki bu…
Rabbini bilmek, Onu yarattığı nimetleriyle tanımak
Hayata yeniden doğmaktır..
Hem sen gibi güzel yaratılmış bir insana da bu yakışır doğrusu...
Hiçbir şeyin sahipsiz olmadığını biliyor ve görüyorsun
Demek ki sen de sahipsiz olamazsın!
Rabbini bil, O’nu tanı
Rüyalarında bile göremeyeceğin bir saadet seni bekliyor..
Kendini bilen
Rabbini bilen
Dahası Rabbini seven
Sevmekle de kalmayıp
Onu başkalarına da sevdirmeye çalışan
Bir güzel insan olmak seni bekliyor
Sor artık…
Kim beni bu dünyaya gönderen?
Kim beni düşünüp yaratan?
Kim beni sevip yaşatan?
Kimse bilmez iken bilen?
Seven, koruyup gözeten kim?
Sor artık!
Sormazsan bir gün onu da sana sorarlar; bil artık…
Nasıl bir dünyada yaşadığına bir bak da,
Gözlerin mu’cize görsün.
Bir parantez açmakla hayatta iş bitmiyor.
O parantez nasıl kapanacak,
Nasıl acaba?
Yaşadığın hayatın kaydı da tutulduğuna göre
Hem de bir anı, bir saniyesi bile atlamaksızın.
Her nefes alışın
Her nefes verişin
Her bakışın
Her sözün
Her adımın
Her ne ise yaptığın…
Kaydı tutuluyor
Sonra bir gün ölüm…
O da gelecek
Hayatın verilmesi bir halk ve takdir ile olduğuna göre,
Bu dünyadan gidilmesi de yine o takdir ile olacak.
İlâhî kalem canlı cansız her şeyin, dünden bugüne geçmiş ve gelecek her insanın kaydını tutuyor.
Kayıt dışı hayat yok…
Var olan her şey O’nun ilim ve kudretinde.
Onun bilgisinde
Bize de hatırlatıyor bunu.
“Sen” diyor “hayatını hatırla, hafızanı yokla”
Her şeyin o küçücük yerde muhafaza edilip saklandığını görüyorsun değil mi?
Peki, dün var mıydı bunlar?
Yoktu…
Kim verdi?
Niçin verdi, neden verdi?
Sor artık…
Bugün yarın, geç kalmadan sor artık..
Merhaba dediğin hayatı sana kim verdi?
Sor artık!
Bir gün elveda diyeceğin bu hayatı sana kim verdi?
Bulunduğun mertebeye bir bak
Yaradılış basamaklarının en üstünde bir hayattasın
Buraya çalışarak çabalayarak gelmedin
Hiç kimse öyle gelmedi
Hayatı hazır buldun diye
Sormayacak mısın kimin verdiğini?
……
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…
***
“Meselâ madenler diyemezler: ‘Niçin nebâtî olmadık?’ Şekvâ edemezler; belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için, hakları Fâtırına şükrandır.
Nebâtat, ‘Niçin hayvan olmadım?’ deyip şekvâ edemez. Belki, vücut ile beraber, hayata mazhar olduğu için, hakkı şükrandır.
Hayvan ise, ‘Niçin insan olmadım?’ diye şikâyet edemez. Belki, hayat ve vücut ile beraber, kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkezâ, kıyas et.
Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...
Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukabil şükretmeyerek, imkânat ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?” (Mektubat, 276)
***
“Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mucizâne yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalp, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalp ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnânın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince târifeleri o âletlere yardımcı vermiş.”
(Şuâlar, 63)