"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kendimizi ve Kâinatı okuyalım

Sema CEYHAN
19 Nisan 2015, Pazar
Bediüzzaman Hazretlerinin aynen ifadesiyle: “Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor.” Ne kadar doğru bir ifade, ne kadar güzel bir okumak!

Kur’ân’ın ilk emri “oku” dur. Ne var ki, bu ilk Kur’ânî emrin devamını okumayı bazen gaflete dalıp ihmal ediyoruz.

Bu emrin ilk kez kendisine verildiği Hz. Peygamber (asm) âyeti tam da bu mânâda okumuş; o andan sonra her anı ve her şeyi “Rabbinin adıyla” okuma gayretiyle yoğrulmuştu. Öyle ki Alman şair Rilkenin deyimiyle “meleklerin bile hayran kaldığı” bir okumaydı bu. O ümmi bir peygamberdi, okuma yazma bilmiyordu. Ama kâinat kitabını fıtrat kitabını ve Kur’ân’ı en güzel o okumuştu. 

Bizler de “Nerden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın. (Şeyh Edebali)nin ifadesiyle yola çıkarak bir seyyah gibi önce kendimizi sonrada kâinatı okuyalım ki yaradılış gayemizi anlayalım.

Sevgili Elif dostları,  sizleri muhabbetle selâmlıyorum. Ey dostlar! Her kişinin dostu aklıdır; düşmanı da cehâletidir. Efendimiz, (asm) “Cahillerin kalplerini arzular yerinden oynatır. Boş ümitler rehin alır ve tuzaklar avlar “diye ifade ediyor bizlerinde kalplerini böyle şeylerin doldurmasını istemiyorsak her Pazar günü gazetemizin Elif sayfasıdaki değerli yazarlarımızın yazılarını satır, satır okurken istedim ki bize bu akılı veren Âlim-i külli şeyin daire-i ilminde bize yansıyan tecellisiyle cehaleti kenara bırakıp önce kendimizi sonra da Kâinatı okuyalım.

Gönül dostları bu haşr-i baharide sanki dünyaya yeni gelmişiz gibi etrafımızda olup bitenlere bir bir bakalım. Sath-ı arzda, her şeyde bir ınkılâb oluyor.  Ve bizlerin de onlarla çok  alâkalarımız var olduğuna göre, onlara merhaba diyelim. Gelin bizler bu haşr-i baharîde meydana gelen değişmeleri müşahede edelim, önce kendimizi ve sonrada arz âleminde meydana gelenleri mânâ-i harfi ile okuyalım. Bu fâni hayatta, arz âlemindekilerle dostluğumuzun  bâkileşmesini istiyorsak, gelin nazarlarımızı inkılâbât içinde olanlara çevirip her şeyle dost olalım. Dostluğumuz baharın rengârenk çiçekleriyle bezenmiş olarak mübârek olsun. Bir seyyah gibi tefekkür yolculuğuna çıkıp, huriler gibi bir biri üstüne giydiği sündüs misâl hulleler ve yüzbin nakışlar ile süslenmiş fıtrî libaslarla arz-ı endam eden bahar kafilesini temaşa edelim. Çünkü Kur’ân’ın ilk emri olan “oku” emri öncelikle, Sikke-i Tevhidi birer hâtem-i Vahdet, birer mühr-ü Ehadiyeti birer turra-i Samediyet olan yaratılanları okumamızı emreder.

Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Sualini bizlere sordurur. Bizler de cevabını vermek için, içinde bulunduğumuz  kâinat-ı okuyalım. Bu haşr-i baharide meydana gelen börtü böcekten tut sath-ı arz’da meydana gelen bütün yeşillikleri çiçekleri ve denizdeki dalgaları okuyalım. Bunlar neden meydana geliyor? bizlere neler demek istiyorlar? Ve bizlere kimi tarif ediyorlar?  Bunların sahibi kimdir üzerlerinde aynı olan mühür kime aittir? Bu sorularının cevabını Efendimizden (asm) bizlere aktaran Üstadımızın ifadelerini Risale-i Nur’dan okuyalım. 

Resul-i Ekrem (asm), bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş suâl-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suâllerine muknî, makbul cevap verir.

Evet, benî adem, büyük bir kervan ve azim bir kafile gibi mazinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti. “Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:

Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?

Bu suale, beni âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:

“Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezeli, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla Saadet-i Ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o Saadet-i Ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezeliden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelinin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa al, oku!” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 17)  Bu ifadeleri okuduktan sonra inşaallah bir dahaki yazımızda:“ Kitap nedir? faydaları nelerdir? nasıl okunur” bahsine girelim. 

Temaşalarınız cennet güzellikleriyle dolsun. Bâki bir hayatta da hep beraber bu güzellikleri seyretmek temennisiyle.

Okunma Sayısı: 1387
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ayşe

    19.4.2015 16:06:23

    Fevkalade Risale-i Nur'un güzellikleri bunlar. Yazarında eline sağlık kalbine kuvvet versin Allah.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı