Bir de Üstad Asayı Musâ ve 11. Şuâ’nın 11 mertebesinde Felâk Sûresi’nin tefsirinde bu meseleyi 1951 de yazdığı halde, oradaki ebcedi hesapla ondan 20 sene sonrasına dikkat çekerek, “Eğer şimdiye kadar ekilen dinsizlik tohumları islâh edilmezse bundan 20 sene sonra (1971) vuracakları tokat dehşetli olacaktır” der.
Ben bu bahsi daha önce 1970’de okuyup bu nasıl bir tefsir deyip merakla bekleyenlerdenim ve bunun işâri bir tefsir olduğunu da o vesileyle öğrenmiştim. Zira Kur’ân-ı Kerîm’in on vücuhu icazından biri de (ihbârıbilgayb) yani gaybı bildirmesidir. O da ancak edced ve cifirle olur. Bu hesaba karşı çıkanların ise hesapları başka olup, bu deşifreler işlerine gelmemektedir. Ebced ve cifir ilmi de hakikat ilminden bir ilimdir. Çünkü Hz. Ali, Zeynel Âbidin, Abdülkâdir Geylàni, İmâm-ı Gazzâli ve mütebahhir ulema ebcedi bir ilim olarak kabul edip kullanmışlardır. Birçok esrârı da bu şekilde keşfetmişler.
Cenâb-ı Hak “Bilmediğinizi meslek erbâbına sorun” buyuruyor. Meselâ; yaşı tutanlar 1971’i hatırlasınlar. O yıl anarşi hortlatıldı. O bahane ile ordu ihtilâl hazırlığı yaparken durumdan haberdar olan Bekir Berk, Yeni Asya Gazetesi’nde “Zafer bizimdir” başlığını attırıp ihtilâlcilere “Siz Moskofun maşası mı, yoksa Türk milletinin paşası mısınız?” diye soru sorup deşifre edince, Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ü arayıp “derhal o gazeteyi kapat” der. Fâik Türün askerce bir cevapla, “gazetenin yazdığı doğrudur ben kimseye sırtımdan kabadayılık yaptırtmam yüreğin yetiyorsa sen kapat” deyip resmen bunun bir ihanet olduğunu ifàde etmiş, böylece bu dehşetli tokat engellenerek bir muhtıra ile geçiştirilmek mecburtiyetinde kalınmıştı.
Demek bazı deşifreler çok önemli olup öyle çok büyük felâketleri de def edebilirmiş. Bediüzzaman’ın “Şimdiye kadar ekilen dinsizlik tohumları eğer ıslâh olmazsa vuracakları tokatları dehşetli olacaktır” sözü iyi anlaşılmış ki, ıslâh edilmiş.
“Gaybı ancak Allah bilir.” (Ali İmran 7) âyetini bilmezden ve anlamazdan gelerek yarısının tercümesini verip yarısına kör olmak tam bir nankörlük değilse nedir? Çünkü Cenâb-ı Hak devamında “Allah’ın bildirdikleri müstesnadır” buyurmaktadır.
Şimdi o şifrelerin deşifrelerini sorsak bu vakıaları hangi feraset, basiret ve dirâyetle ifâde ve ısbat edebilirler? Acaba lütfedip irşat ederler mi? Nasıl olsa onların mesleği “Tenkisi gayr ile izharı meziyet etmek” gibi ucuz kahramanlıktır.” (Başkasını küçülterek kendi meziyetini ortaya çıkarmak) .
Bazı kerameti kendinden menkul hocalar, ulema-i muhakikîn hakkında ileri geri konuşmaktalar. Zira bu hocaların zâlimlere gıkları çıkmazken, masum din âlimlerine saldırıp o şifreleri açıklayanlara “Efendim bu şirktir, gaybı ancak Allah bilir” diye sanki bir hamaset ve sadâkat taslarken milleti aldatmak için altın kupa içinde zehir sunmaktadırlar. Cenâb-ı Allah’ın “istediğine gaybı bildireceğini” açık beyanına karşı bunu inkâr etmelerinin dinî hükmünü ben söylemek istemiyorum.
Bediüzzaman’ın bu şifrelerini anlamak istemeyenlerin gözüne “Kehf” Sûresi’ndeki Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın kıssasını sokarız. Zira Kehf Sûresi, 54 ve 60. âyetten 80. âyetlere baksınlar. Hz. Hızır’ın üstelik Hz. Musâ gibi ul-ülazm bir peygambere gaybî meseleleri nasıl anlattığını görsünler. Yâni Allah’ın bildirdiğini ve bildireceğini Hz. Musa kabul ediyor, Efendimiz (asm) kabul ediyor. Cenàb-ı Allah (cc) zaten vadediyor, bunlar reddediyor. Bunun ne anlama geldiğini aklı seliminize havâle ediyorum.
Bir de başka sûreler olan Enam 125, Allah’ın dilediğini doğru yola iletmesi ve Bakara 282’de olduğu gibi, yine birçok yerlerde işâret ve beşaretler vardır. Böylece itikatsızlıklarının faturasını eğer nasipleri varsa orada görebilirler. Yoksa, “Hidâyet Senden olmazsa dirayet neylesin Ya Rab, Arapca bilse de Ebucehil’e àyet neylesin Ya Rab” demek mecburiyetindeyim.
Hüccetül İslâm İmâmı Gazzâli (ra) gibi bir zâtın “Doğru çıkan bir haberin butlanına gidilmez “ veya Bediüzzaman’ın “Mütekellim her fehme gelen manadan mesul olmaz” olan merdâne sözlerimi lâzım? Batıl metodla doğru neticeye gidilmez, asalet sahibi garaza vasıta olamaz ve güzel gören güzel düşünür.
Bediüzzaman’ın dediği gibi, ”il- min istibdadı dahi böyledir. İstibdadı ilmi istibdâdı siyasinin veledi nâmeşrûdur.”