"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mesele sistem meselesidir

Şemseddin ÇAKIR
29 Haziran 2018, Cuma
Bilinmesi gereken, öncelikle, “Hakikat nedir?” sorusunun cevâbıdır. Yani hakikat, konjonktürel (geçici) izafî teoriler değil, sâbitesi olan gerçeklerdir.

Yani zamanın geçmesi, onu değil geçersiz kılmak, hatta daha da zarurî hale getirir. Meselâ; her asırda Kur’ânın yeniden nazil oluyor gibi ter ü taze olması ve hukuktaki tükenmezlik prensibine haiz olması gibi... Benim inancım o mu’cizeler, ancak sabitesi olan gerçekler üzerine oturabilir, o da nedir: Kitap, sünnet ve icma-i ümmetle sabit olan Edille-i Şeriyye denilen, başta imanî ve amelî gerçeklerdir.

İşte hakikat, hileye tenezzül etmez ve hakkın baskıya, zulme, yalana, dolana ve hileye ihtiyacı yoktur.  

“Elhakku yalu vela yula aleyh”; yani “Hak âlîdir ve ondan âlî yoktur” kaziyesi ve “Allahümme erinel hakka hakkan verzukna ittibâ’e”. Yani; “Allah’ım, bizi hakka hakkı ile vâkıf eyle ve uymakla merzuk eyle” duâsı da aynı gayeye matuftur. Yoksa Hoca Nasrettin merhumun ifâdesiyle, “taşları bağlayıp köpekleri salmak” hakperestlik değildir, bu olsa olsa geçici ve sun’î bir başarı sağlayabilir.

Bize düşen herşeye rağmen meselenin meşrûiyetini ifâde ve müdafaa etmekle, hakkın bekçiliğini yapmaktır vesselâm.

Mesele sistem meselesidir. Şahısları kıyas değildir, yani sistem fert üzerine mi bina edilsin, şûrâ üzerine mi?

Elbette bu hayatî mesele için başta temel dayanağımız; Kitap, Sünnet ve icmadır.

Meselenin Kitaba göre; Şûrâ Sûresi ve bazı âyetlerin ifâdesi gibi... Mesela; Şûrâ Sûresi, âyet 38’de “Ve emrühüm şûrâ veynehüm” (Onlar işlerini aralarında toplanıp istişare ederler), yine Ali İmran, 159’da “Veşavirhüm fil emr” âyeti celîlesi (İş konusunda onlarla müşâvere et) mealindeki müşâvere âyet-i kerimelerinin emirleri doğrultusunda müşavere heyeti olan Meclistir.

Sünnet cânibinden bakınca da fark etmeyeceğine göre, yine ifade edersek; Efendimizin (asm) vahyin dışındaki bütün işlerinin meşveretle yapıldığıdır. En meşhurlarından biri de Uhud Savaşı’nda kendi reyinin aksine rağmen meşverete uyması, hatta karşı taraf reyinden vazgeçtiği halde, zırhını çıkarmayıp, “Bir peygamber zırhını giydi mi çıkarmaz” buyurarak, meselenin ciddiyetine dikkat çekmesidir. Burada meşvereti feshetme yetkisi diye bir yetki de yoktur ve kullanılmamış, fakat birilerine böyle bir yetki verilirse, bu hem meşvereti emreden âyetlere, hem de sünnete ve aynı zamanda akla mantığa ve insanlığa aykırı olur. 

Bu sistemi Kur’ân-ı Kerîm’in de öngördüğüne dâir bir misal verecek olursak; Saba Melikesi Belkıs’ın parlamentoya göre hareket ettiğinin, tabir-i caizse takdir edilmesi ve Hz. Süleyman’ın da, (as) onunla nikâhlanarak onu onaylaması ve aynı sistemde melike olarak devamına müsaade etmesidir. Görüldüğü gibi, meşverette hanım mı, erkek mi olması da mevzu edilmiyor, nihayet karar verecek meclistir. Ve aynı zamanda bu durum Efendimiz’in (asm) “menisteşare felanedime” (istişare eden pişman olmaz) hadis-i şerifine de uygundur.

Bediüzzaman da, bu meselede; “Riyaseti şahsiyyenin katiyen karşısındayım” demenin ötesinde “Böyle bir dönemde bir şahıs, dahî, hatta yüz dahî derecesinde de olsa cemaate (meşverete karşı) mağlup düşer” demekle Avrupa parlamentolarına karşı âlem-i İslâmın perişaniyetine de dikkat çekmiş ve “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” demekle meseleyi tereddüde mahal kalmayacak şekilde tebarüz ettirmiştir. 

Hatta bu meselede evliyalık dahi söz konusu değildir. Zira Abdülhamid veli olduğu halde, Bediüzzaman onu da, ikaz ederek Yezid’i değil, Hülefâ-i Râşidin’i emsal göstermiştir. Fakat Abdülhamid her şeye rağmen dinlemeyince hem kendisi, hem âlem-i İslâm felâkete düçâr olmuştur. Demek buna rağmen saltanatcılığı hortlatmak aklî olmadığı gibi, şer’î de değildir. Hatta bazı dalkavuk ulema Bediüzzamanın bu ikazlarından dolayı Abdülhamid’in yanında yer alarak Bediüzzamanı Selef-i Salihin’e muhalefetle itham etmişler, Bediüzzaman da onları Hulefâ-i Raşidin’e muhalefetle suçlamıştır.

Benim nazarımda, meşrûtiyetle aynı anlamda olan demokrasiye karşı çıkanla, dünyanın yuvarlaklığı ve dönüşüne karşı çıkanın pek farkı yoktur. Zira nasıl onlar Kur’ân’a uygun keşiflerse, demokrasi de İslâm’a uygun bir keşiftir ve Hulefâ-i Râşidin’in bir uygulamasıdır. Hatta demokrasiye karşı çıkan çok daha tehlikelidir. Çünkü dünyanın yuvarlaklığı veya dönüşüne inanmamak günlük hayatımızı pek etkilemediği halde, demokrasi düşmanlığı bizi istibdada mahkûm edip, bütün âlem-i İslâm olarak hayatımızı zehir etmektedir.

Bir yazıda okumuştum; Avrupalı düşünürler muharref kitaplar Tevrat ve İncil’deki masal veya hurafe hikâyeleri görüp “Bunun mutlaka bir de doğrusu olması lâzım” diye hak kitap Kur’ân-ı Kerîm’e yönelince, İslâm adına bir yobaz, cahil, ahmak dost veya  ajanın “Demokrasi küfür rejimi” dediğini duyup vazgeçtiği ifade ediliyordu. Şimdi siz söyleyin bütün hakikatleri ihtiva eden bir hak din için bundan daha zararlı bir mahlûk olabilir mi?

İşte ben onun için âlem-i İslâmı-Bediüzzaman misali-”demokrasinin ruhu İslâm’dan” deyip onu hürriyet-i şeriyyeye vesile eden bahtiyarlar ve “küfür rejimi” deyip esaretine sebep olan muzır bedbahtlar diye ikiye ayırıyorum.

Demek bizim meselemiz şahsî değil şer’î, hissî değil ilmî ve fikrîdir, haliyle bu mesele bir meşrûiyet meselesidir. 

Elbette “Yanlış hesap Bağdat’tan döner”. Yukarıda ifadeye çalıştığımız gibi, “vel âkıbeti lil müttakin” (Eninde sonunda müttakiler galiptir) tesbitine uygun olarak cereyan edecektir ve bunda hiçbir endişe ve tereddümüz yoktur. Zira Rabbimiz “Lataknatu emin rahmetillah” (Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz) “Vallâhü azizün zintikam” (Allah intikam alanların en azizi) ve “Ve emhilhüm inne keydi metin” (Ben onlara mühlet veririm, fakat o mühletim de çetin, metin bir hile gizlidir) buyuruyor, ancak “Bağde harâbil Basra” olursa ve hatta oldu da... İman, din, millet ve memleket ve insanlık adına çok üzüldük ve üzülürüz. Zira İslâmiyet bütün insanlık için gönderilmiş tek hak din ve herkes bu dine muhtaç, fakat bazı eşkıyalar mani oluyor. Fakat hakikatler çekirdekler gibidir, zamanı gelince herşeye rağmen biter, yeter ki Rabbim istesin, fakat sen usûlüne uygun ekmeyi ihmal etme! 

Her şeye rağmen, Rabbim hayırlara tebdil etsin ve edecek inşallah!

Okunma Sayısı: 3112
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Metin

    29.6.2018 17:16:51

    Selamu alaykum semseddin abe çok ama çok guzel bir yazi ve tesbit .selamlar

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı