"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Felsefe ehlinin ve nübüvvet silsilesinin kısa bir muvazenesi

Şeyma TÜRKAN
31 Temmuz 2016, Pazar
Hayat şeraitleri içerisinde felsefe ehlinin tuttuğu yola baktığımızda; felsefe silsilesinin nokta-i istinad-ı olmadığından ve kendini kendine malik zannettiğinden akıl, kalp ve vicdanın musîbetler içerisinde olduğu görülmektedir.

Cismen ferah ve dünyevî lezzetler içerisinde olsa bile hayal kırıklığına uğradığında, ümidi kaybolduğunda en tatlı şeyler, acı gelmeye başlamaktadır. Hayat içerisinde gördüğü ölümler, musîbetler ona yeis ve elem vererek kendini yetim, biçare hissettirmektedir. Dünya ona darlaşıp, matemhane-i umumiye halinde görünmektedir. Dünya, onun için manevî bir Cehennem olmaktadır. İnsaniyeti cihetiyle de başkasının elemiyle müteellim olmaktadır. Fakat bu zamanın gafleti o derecede kalınlaşmış ve öyle uyutucu bir tarzda iptal-i his etmiştir ki, felsefe ehli, o elîm elemini dahi hissetmeyecek hale gelebilmektedir.

Bu azaptan kurtulmak için deva olarak Kur’ânî çözümlere gözünü yuman ehl-i felsefe, sarhoşluk, gayr-i meşrû eğlenceler, hevesatı okşayan arzu ve istekleri tatmin etme yolunu bulmuştur. Ve insaniyet cihetiyle, rikkat-i cinsiye yönüyle duyduğu elem hissinden kurtulmak için insaniyetten sıyrılıp, sadece kendini düşünen bir egoist haline gelerek vicdansızlığı seçmekte ve insanlıktan sukut etmeyi tercih etmektedir. Bununla beraber aklı uyuşturarak ahmaklığı seçme yoluna düşmektedir.

Kur’ân talebeleri ise hayat şeraitleri içerisinde Malik’ini tanıyarak ve nokta-i istinadını Cenâb-ı Hak bildiğinden emniyet, teslimiyet ve rıza kanadını bulmaktadır. Musîbet geldiğinde, ise “ben, Cenâb-ı Hakk’ın hizmetindeyim, sonra huzuruna çıkacağım, yanına döneceğim. Eğer onun izin ve rızası ile gelmiş iseniz, baş ve göz üstüne. Yok, cesaretimi tecrübe için emir etmiş de rızası yoksa, yanlış geldiniz. Bendeki emanetini muhafaza ve sultanımın haysiyetini himaye yolunda bütün kuvvetimle sizinle müdafaa edeceğim.” diyerek istikamette metanetle devam etmek yolunu tercih etmektedir. Mevti ise, bir terhis tezkeresi, bir paydos, bir vazife bitimi, bir istirahat vakti olarak gördüğünden elem yerine sevinçle karşılamaktadır. Bir Kur’ân şakirdi, mevcudatın Allah’ın memuru olduğunu bilmektedir. Hem kendisi ve diğer insanların da başına gelen hadisatı ise ameliyata muhtaç olanların ameliyat-ı cerrahiyeden geçip, sonra terhis tezkeresini alıyor bildiğinden Cenâb-ı Hakk’a kavuşma arzusu içerisinde bâki âleme geçmeyi beklemektedir. Kendisini, Cenâb-ı Hakk’ın halifesi, askeri olarak bildiğinden vazifesini yerine getirip, vazife-i İlâhiyeye karışmadığından vazifenin külfet ve meşakkatinden de kurtulmaktadır. İşte Kur’ân-ı Hakîm beşere böyle bir hediye getirmiştir. Eğer beşer bu hediyeyi kabul edip güzelce kullansa, hayat-ı dünyevîde Cennet-i maneviyeyi andıran bu ikinci yoldan gidecektir. Böylece ne geçmişten hüzün edecek ve ne de gelecekten havf ve perva edecektir. 

İşte bu hayat silsileleri; felsefe talebesi ile Kur’ân şakirdlerinin muvazenesini irdelediğimizde anlaşılmaktadır ki; kendilerine belirledikleri dayanak noktalarındaki fark; nübüvvet ve dalalet ehillerinin arasındaki uçurumu gösterir. 

Okunma Sayısı: 2498
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı