Okuyucularımızın, 27 Mayıs dâhil olmak üzere, neden diğer ihtilâlleri de kapsayacak bir başlık atmadığımıza taaccüp edecekler. 12 Eylül’ü sıradanlaştırmamak ve M. Kutlular gibi, tarihin nadiren şahit olabileceği bir şahsiyetin mücahedesini gölgelememek için…
Bu milletin çocukları, tarihlerinin son yarım asırdaki en büyük ihanetini öğrenemediler. Dünkü dehşetli ihanetten habersizce, bu günü sorguluyorlar. En sevdiklerini öldürmüş katilin gölgesinde, adalet arayan zavallılar gibiyiz, bu halimizle. Evet, üzerinden henüz fazla zaman geçmiş değil. Kırk küsur sene… Kahraman Türk Milletine Marksistlerin, çocuklarını tetikçi kullanarak sapladıkları zehirli hançerin yarası hâlâ kanadığı gibi, zehri de işliyor.
Neden bu dehşetli felâketi çocuklarımıza anlatamadık? Jandarma ile evlerinden apar-topar alınmış milletin vekillerinden bazıları henüz hayattalar. Niçin anlatmıyorlar… 1402 sayılı kanunla izzet ve şerefleriyle birlikte bütün hakları ellerinden alınan yüzlerce akademisyenimiz, medrese, kurs ve dergâhlarına yıllarca kilit vurulmuş dinî cemaatlerimiz… Unlarını elemiş ve eleklerini asmış duâyen gazetecilerimiz, bürok- rat ve sanatçılarımız… Hatta vatanlarını ve milletlerini seven emekli paşalarımız. Hakikaten bütün bunlar şimdi neredeler, neden tarihimizin bu önemli kesitine şahitlik yaparak torunlarına yardım etmiyorlar…
Birlikte koşuşturduğumuz Mehmet Kutlular’ı farklılaştıran en önemli özelliği, üzerinden şunca zaman geçtiği halde, yaşayanların korkularından suskun kaldıkları demokrasi ve Türkiye düşmanlarına karşı onun, sessizliğin kurşuna döndüğü günde konuşmasıydı. Amerikalı Neocon’ların direktifiyle demokrasiyi bitiren cuntacı subayların 12 Eylülde yaptıkları zulüm çok büyüktür. Onların mezalimi için ciltlerce kitap yazılmalı. Günümüz AKP’sinin hâlâ salâvatla yanına yaklaştığı “sipariş devrim anayasasının” bu ülkeye ihanet olduğunu, yalnızca Yeni Asya yazıyor ve Kutlular da bedelini arkadaşlarıyla birlikte Selimiye Kışlası’na askerî jemselerle götürülerek ödüyorlardı.
On İki Eylül ile alâkalı iddiamızda ısrarcıyız. 12 Eylül sürecini öğrenmeden şu ülkede siyaset yapanların hiçbiri “demokrasiyi” anlayamayacak ve hayatları boyunca yaptıkları “diktatörlük“ olarak anılacaktır. Bilerek bu “örgütlü mutlak istibdadın” mahiyetini anlatmayan üniversite hocaları, ilim erbabı değil, belki film erbabı olarak kategoriye girecekler. Dinî cemaatlerin temayüz etmiş şahsiyetleri, şeyhleri ve liderleri de bu “karadan” nasiplerini alacaklar. On İki Eylül’ü şu ahir ömürlerinde kalem ve sanatıyla kamuoyuyla paylaşmayanlar, birer şarlatan ve maskara olarak gölgelerini bırakıp gidecekler, diye endişe ediyoruz. Bin seneden beri Kur’ân’ın bayrağını dalgalandıran milletimiz bu ihaneti hak etmediği gibi, bu milletin fıtrî kahraman çocukları da haklı olarak ecdadına, insanî ve dinî değerlerine ihanet etmişlerin icraat projelerini öğrenmek istiyorlar. Hakları değil mi?
Mehmet Kutlular ve arkadaşları bu dehşete karşı susmadılar. İnanmış hanımlarının ziynetleri ve fukara talebelerin cep harçlıklarıyla yayınlamaya devam ettikleri gazeteleriyle; Türkiye’nin susturulduğu ve hürriyetin hançerlendiği günlerde, hançerelerinden avazlarının çıktığı kadar cuntacılara, zalimlere ve din düşmanlarına karşı doğruları seslendirdiler. Kalplerinde küçücük şüphe kırıntısı duyanlar, arşivlere bakabilirler. Yalnız gazete diliyle değil; dergiler, broşürler, kitaplar, toplantılar ve milyonlarca birebir ziyaretler…
Kutluların naaşı parmak uçları üzerinden berzahtaki ilk durağına doğru sür’atlice akarken, ölümünün bütün Nur Talebelerini Eyüp Yokuşu’nda bir araya topladığına şahit olduk. İhtilâllerin, siyasetin ve korkunun ara ara savurdukları bütün Nurcular oradaydı. İktidar partisi burada da oyuna gelmişti. Erbakan Hoca’nın yanında iken müteaddit defalar Yeni Asya’ya gelmiş ve Kutlular ile istişare ihtiyacı duymuş idarecilerimizin “derin korku ve çekincelerini“ araştırmaya devam edeceğiz. Zira merasime çelenk gönderen İç İşleri Bakanımızın AKP’ye Yeni Asya açısından vekâlet edemeyeceği hususunu onlar da biliyorlardı. Türkiye’ye samimî bir şekilde demokrasi isteyen bütün siyasî partilerimizin cenazede olmaları, Kutlular’ın altmış senelik demokrasi mücadelesini de mühürler gibiydi.
On İki Eylül’ün günümüz nesillerine anlatılmasında; hiçbir kişi veya kuruluşun hedef alınmayacağı kanaatindeyiz. Önce, o günün kahramanlarının ekseriyeti “en büyük mahkemeye“ sevk edilmişler. Arkada kalanların da önden gidenleri gıybet ederek kabirlerine ateş gönderecek halleri olmaz. Kaldı ki, bu Kara Eylül’ün bir de “heyelan” tarafına inanıyoruz. Veya elli seneden bu yana hazırlanan bir zelzele… Ronald Reagan, Margaret Thatcher, Turgut Özal ve Helmuth Kohl’ün “Neoliberallere” evet demeleriyle, heyelân dünyanın dört bir yanından koptu. Birçok insan ve kuruluş, enkazında kaldıkları zelzelenin mahiyetini hâlâ öğrenmek istemiyorlar. İşte Mehmet Kutlular ile Yeni Asya’nın bu ihtilâldeki en önemli misyonları; olaylara Risale-i Nur perspektifinden bakarak doğru teşhis koydular. Liberalizme bürünerek ülkeyi, milletin değerlerini ve sivil hayatını işgal eden kapitalist Marksistlere karşı uyanık kalabildiler. Gazeteleri beş defa kapatıldı. Cuntacı generallerle Bab-ı Âli’de adeta saklambaç oynadı, Yeni Asya. Bu büyük demokrasi mücadelesinin sahnelerini merak edenler, çok farklı gazete, mecmua, televizyon ve konferanslarda izah edilmiş haber ve metinlere her zaman ulaşabilirler. Merhum Kutlular Ağabey’in hikâyesine önümüzdeki yazılarla devam etmek üzere…