15 Temmuz kalkışması birçok yönüyle öncekilerden ayrıştığından; burada zihnî müşevveşiyetleri, farklı düşünceleri veya teorileri garipsememek gerekiyor.
TSK’nın keyfiyetli bir bölümünün bu hareketle irtibatlandırılması, devletin sair kurumlarındaki on binlerce ihraç ve uzaklaştırma, kalkışmanın çok boyutlu ve zamana yaygın planlanmış olabileceği şüphesini bize de veriyor.
Demokrasilerde, seçilmişlere ve seçmenin iradesine yapılan müdahalelere; parti, dünya görüşü, iktidar ve muhalefet farkı gözetmeksizin karşı çıkılır. Karşı çıkma yerinin yalnızca meydanlar olduğunu zannedenler, dünyayı daracık labirentlerde yaşamaya çalışanlar olmalı. Uluslar arası mahfillerde, medyada ve bilhassa dışa açılan karelerde de demokrasiye sahip çıkışımızı haykırmak zorundayız.
AB HUKUKU ESAS OLMALI…
Darbelerin sebep olduğu mağduriyetlerin yeni çekim alanları oluşturduğunu bilenler, hükümetin yeni mağduriyetlere meydan vermemesini haklı olarak istiyorlar. Darbeye maruz kalmış kadroların darbeciler karşısındaki psikolojisini de biliyoruz. Şu dönemlerde adalet terazisini kaçırdığımız takdirde, maddî ve manevî yeni felâketlere dâvetiye çıkaracağımız da bir gerçektir. Kur’ân en az beş yerde; birisinin hatasından dolayı akraba, dost ve cemaat çevresinin sorumlu tutulamayacağını; adaletle idare etmek isteyenlere haber veriyor.
Bu dönemlerde hükümetin yanında görünüp; menfaatlerinden, geçmişteki sıkıntılarından, intikam, kıskançlık ve haset duygularından dolayı jurnal, ispiyon veya ihbar yağdıranlar ortaya çıkacaktır. Yetkililer elbette hepsini değerlendireceklerdir. Darbecilerin arkası nereye dayanıyorsa, oraya kadar mutlaka gidilmeli. Fakat bütün bu süreçlerde yukarıdaki âyetin ışığında ve hukukun üstünlüğü esas alınarak gidilirse, hem ülke ve hem de millet olarak kazançlı çıkarız.
Burada önemli bir noktaya işaret etmek istiyoruz. Medeni milletlerle aynı mahfili paylaşan Türkiye, kendisine sorumluluklar yükleyen uluslar arası birçok anlaşmaya imza atmıştır. Hem 12 Eylül sürecinde ve hem de 12 Eylül’ün devamı olan 28 Şubat sürecinde mağdur edilenlerin Avrupa mahkemesine müracaatlarını yaşadık. Şikâyetler ve oradaki mahkûmiyetler Türkiye’yi maddeten de, manen de çok hırpaladı.
Bunların tekrarına meydan vermemek için AB hukuku çerçevesinde yapılacak soruşturmalar ve verilecek cezalar hem demokrasimizi güçlendirir ve hem de AB ile olan hukukî entegrasyon sürecine katkı sağlar.
Türkiye’yi Arap Baharı’ndaki ülkelerde olduğu gibi iç ve dış müdahalelere taşımak isteyen düşmanlarımızca desteklenmiş bu darbe kalkışmasını, demokrasi ortak paydasında tüm siyasî partileri arkasına alan hükümet, ülkemiz için bir fırsata dönüştürebilir. Şayet hükümet darbe mahsulü 12 Eylül hukuku yerine AB hukukunu esas alırsa, hem iktidarını, hem vatanımızı ve hem de İslâmiyet’i yeni taarruzlardan kurtarır.
TÜRKİYE MISIR DEĞİLDİR…
Evet, doğrudur.
Şu kalkışmanın ABD ve AB’deki destekçilerini bulabilirsek, doğrudur. Oralardaki demokrasi dostlarının, insaniyetperver siyasetçi ve diplomatların desteğine ulaşabilirsek doğrudur.
Suçlu ile suçsuzu ayırabilirsek doğrudur.
Türkiye’de, Mısır’da olduğu gibi meydanları ayırmaya çalışanlara fırsat vermeyerek, demokratik girişimler, siyasal birliktelikler ve millî ittifaklar yapıp fedakârlıklarda bulunabilirsek doğrudur.
Mısır, bütün bunları kendi şartlarından dolayı yapamadı. Bizim gibi yarım asrı aşkın demokrasi tarihine ve tecrübesine sahip olmadığından dolayı yapamadı.
İnşaallah Türkiye, önüne serilmiş tuzakları bozacaktır. Yeter ki demokrasi ve hukuk kriterlerine samimiyetle sarılsın.