Birkaç senedir seslendirmeye çalıştığımız hakikati nihayet eski Ankara Büyükelçisi Marc Pierrini seslendirdi.
Ankara’nın Almanya Büyükelçiliğini yapmış Pierrini, Financial Times için yazdığı yazıda, bazı hususları belirtmiş. Aynı zamanda Carnegio Europa düşünce kuruluşu çalışanı da olan Büyükelçi, Angela Merkel’in yardımı olmadan Erdoğan’ın ayakta duramayacağını yazıyor. 6 ay zarfında 3 defa Erdoğan’ı ziyaret eden Merkel’in, bu ziyaretlerin arkasına neyi gizlediğini elbette zaman gösterecektir. EU adına Erdoğan ile münasebet içinde bulunan Merkel’in, hem Türkiye iç politikasında ve hem de dış politikada Erdoğan’a büyük destek verdiğini vurguluyor, Pierrini… Türkiye’deki hukukun üstünlüğü ve fikir hürriyetinin tahrip edildiği bir dönemde, mülteci krizi bahane edilerek Erdoğan’a verilen desteğin maksatlı verildiğini de ifade eden Pierrini, Türkiye Cumhurbaşkanının mülteci girişimini mütemadiyen pazarlık konusu yaparak kullandığını da ilâve etmiş.
MERKEL’İN ARKASINDA KİM VAR?
AB’ye rağmen bu politikaları Almanya şansölyesinin kimin sayesinde icra ettiği çok önemli bir soru… Veya AB politikalarını da etkisi altına alan sermaye baskısını medya ne zamana kadar görmemezlikten gelecek? Çoktandır bazı global fonların; devletlerin ve milletlerin politikalarını kısmen tutsak aldıkları konuşuluyordu. Panama belgeleriyle tencerenin sübabı azıcık açtırılıp, zelzeleyi şimdilik engellemeye çalışıyorlar. Kapitalin dünyanın hür iradesine müdahale ettiği şu zorlu dönemde, Merkel’in hangi enstitüler ve hangi iş adamlarıyla münasebet içinde bulunduğu tesbit edilirse, Angela’nın güç aldığı kaynaklar kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Meselâ, şu mülteci meselesinde kendisine yol haritası hazırlayan ve bütün süreci planlayan Soros’un Budapeşte’deki enstitüsü gibi kuruluşların çetelesi tutulduğunda, merak ettiğimiz soruların cevaplarına daha kolaylıkla ulaşabiliriz.
Meseleyi yalnızca mülteci krizine hapsetmemek gerekiyor. Meşhur Amerika’daki banka krizlerinin tetiklediği Avrupa’daki ekonomik hadiseler ve bankalar üzerinden ödenen büyük miktarlar da bu hesaba dahil edilmeli. Ve Avrupa da Almanya, Asya’da ise Türkiye olarak barışa çalışmaları gerekenlerin; başta Arap Baharı olmak üzere dünyanın birçok yangınına nasıl körükle gidildiğini belki de sormak gerekiyor.
AB’Yİ MERKEL VE ERDOĞAN İLE ÇÖKERTMEK…
Misyonları yalnızca barış olması gerekenlerin, mazlûm ve mağdur milletlerin iç savaşlarına silâh sevk etmeleri, insanlığımız ve dünyamız açısındaki elim durumu hepimiz biliyoruz. Elbette ki yalnız ikisi değiller, felâketi şiddetlendirenler. Fakat Türkiye ile Almanya’nın tarihleri, bu günkü misyonları ve stratejileri barış değil miydi?
Merkel ve Erdoğan; çatışmacı ve sınıflar arası mesafeyi derinleştiren siyasetlerle sürelerini doldurmağa çalışıyorlar. Kanaatimizce Almanya kamuoyu bu münafıkane ve kirli siyasetlere artık doydu. Angela’nın bu yanlış politikaları, Almanya siyasetini gördüğünüz gibi paramparça etti ve demokrasi gemisi hızla su almaya başladı, diyebiliriz.
Durduğu yerden bütün dünyaya seslenmeyi huy edinen Erdoğan’ın AB’ye; bize şart mart dayatamazsınız, kükremesine; Juncker Japonya’dan cevap veriyor: Müzakere ve karşılıklı mutabakat ile aldığımız kararlardır bunlar. Bu politikaları iç siyasetine alet etmemenizi tavsiye ediyoruz, diyor. AB’ye karşı hukukun üstünlüğü ve ifade hürriyeti gibi en hayati meselelerde taviz veremeyeceklerini, ekliyor, AB temsilcisi. AKP hükümetinin de en az Angela Merkel kadar AB’nin parçalanmasına hevesli olduğunu en iyi bilenlerin başında elbette Georg Soros’un geldiğini de ilâve edelim. Belki de bu zararlı üçgenin en kuvvetli ayağını ekonomi sihirbazı teşkil ediyordur. Kim bilir… Bakalım hukukun üstünlüğünü, demokrasi ve barışı esas alan ve vazifesi bu olan AB, bu engeli, yani şeytani üçgeni nasıl aşacak? Bekleyelim, görelim…