15 Temmuz ihtilâl kalkışması ve üzerinden on gün geçmesine rağmen, devam eden tedirginlik, Siyasal İslâmcılarımızın bu husustaki iddialarını çürüttü. Türkiye’de darbe tehlikesi şu an devam ettiği gibi, geçmişte de devam ediyordu.
Peki, neden öngöremediler sorusu, zaman geçtikçe yakıcı etkisiyle daha çok önem kazanacak. Globalleşmeyi, liberallerin propaganda ettikleri istikamette anlayanlar, darbelerin hangi taraftan geldiğini sezemezler. Millî devletlere, bölgesel ittifaklara, siyasî, ekonomik ve askerî paktlara; global yeni liberallerin pencerelerinden bakanlar ve hatta ülkelerinin bütün mahremiyetlerini –kendilerince haklı sebepleri olabilir– formatlarda dışa açanlar, dışarıdakilerin içerdekilerle hangi boyutlarda birleşerek darbe yapacaklarını tahmin edemezlerdi. Bu durum bize has değildir. Latin Amerika ülkelerindeki örtülü ve örtüsüz darbelerin analizleri, askerî darbelerin global yardımlar olmadan yapılamayacağını kesinlikle ortaya koyuyor.
“Güney ve Orta Amerika ülkelerindeki darbelerin arkasında Amerika var” sözü hem doğrudur, hem de yanlıştır. Global dinsiz ihtilâlcilerin ABD’nin siyasetine ve dolayısıyla bilhassa hariciye ve Pentagon’a sızarak, bu süper gücün imkânlarını darbelerinde kullanmaları cihetiyle doğrudur. Zira Amerika’nın istihbarat teşkilâtlarından, teknolojisinden, asker ve diplomatlarından yararlanılarak Bolivya’da, Şili’de, Arjantin, Uruguay, Panama, Guatemala, Venezuella ve Kostarica gibi Orta Amerika ülkelerinde yapılan darbelerin, direkt Amerika’ya mal edilmesi bir cihetiyle doğrudur. Bir doğru daha var ki; bu dinsiz ihtilâlcileri dünyayı yakıp yıkmaktan alıkoymaya çalışan diğer bir Amerika var. Jimmy Carter’in Amerika’sı ile Henry Kissenger’in Amerikası kadar birbirinden uzak… Veya Bill Clinton’un Amerika’sıyla G. William Bush’un Amerikaları gibi.. Bu iki Amerika’yı doğruca tanımlamadan yapılacak suçlamalar doğru değildir. Bu hakikat AB için de geçerlidir. Dikkatli bir şekilde analizlerle takip ettiğimiz Fransa, İngiltere, Almanya ve diğer AB ülkelerinde olan biten bazı hadiseleri bu köşeden takip eden okuyucularımız, neyi kastettiğimizi çok iyi anlıyorlardır.
DARBELER KARŞISINDA DÜNKÜ AVRUPA İLE GÜNÜMÜZ AVRUPASI…
Bizim neslimiz Portekiz, Yunanistan, İspanya gibi AB’ye üye olmadan önceki ülkelerdeki darbeleri iyi hatırlar. NATO üyelikleri oralardaki darbeleri önlemeye yetmiyordu. Darbelerde aktif rol alan askerlerin, çoğunlukla NATO’da veya Amerika’da görev yapmış olmaları, şüpheleri NATO’dan ziyade ABD’ye yöneltiyordu. 27 Mayıs’ın aktif aktörü Türkeş’ten, 28 Şubat’ın baş aktörü Çevik Bir’e kadar… Darbeci subayların ekseriyeti; NATO veya ABD ortak projelerinde çalışan subaylardı. Bu şüphe veya yetkililerin ellerindeki belgeler, İtalya’daki kalkışmalarda “gladyo” isimli bir örgütü de gündeme getirmişti. Hem gladyolarda, hem Amerika tarafından (veya kamuflajı öyleydi) bütçesi verilen bizdeki özel harp dairesi ve hem de biraz daha millîleştirdiğimiz Ergenekonlar… Bütün bu iddia, şüphe ve deliller millî sınırlar içinde meydana gelen ihtilâllerin, dışarıdan idare edildiğini, en azından fetvalı olduğunu gösterdi.
Darbeler karşısındaki Avrupa’da, AB öncesi ve AB sonrası diye çok kalın çizgilerle yapılmış bir ayrımı görüyorsunuz. Bir barış projesi olan AB’nin üyelerini askerî darbeden nasıl kurtardığını merak etmeyen Kemalistlerle Siyasal İslâmcıların darbeleri önceden hissetmeleri elbette mümkün değildir. Hatta milliyetçiliklerini ırkçılık boyutuna taşımış siyasî partiler için de aynı şeyi söyleyebilirsiniz. AB’ye üye olmadan önce isimleri askerî cuntalarla birlikte anılan Yunanistan’da solcu başbakan Aleksis Çipras’a rağmen darbeyi başaramayanların AB’ye karşı mücadeleleri, darbecilerin profil, alan, ilgi ve kapital bağlantıları hakkında bize çok bilgi verebilir. Günümüzde bazen milliyetçilik dalgalarıyla, bazen göçmenleri bahane ile, bazen İslâm’ı terörle irtibatlandırmaya çalışarak PEGİDA, AFD veya Brexit hareketlerini organize edenler, AB karşısında mağlûp oldular ve mağlûp olmaya devam edeceğe benziyorlar.
DARBENİN İLÂCI AB KRİTERLERİ…
Daha önce yazdığımız makalelerde, AB’nin neden bir barış projesi olduğunun üzerinde çokça durmuşuz. Arşivdeki yazıların bugüne de ışık tutacağı kanaatindeyiz. 100 milyonun üzerinde insanın ölümüne sebep olan savaşı bitiren bir barış süreci, elbette ki alkışlanacak bir süreçtir. Bir anlaşma ile (demir-çelik) ile başlatılmışsa; o anlaşmanın da en önemli bir musalaha olduğundan herkes müttefik. 1952’den itibaren sabırla, iyi niyetle ve semavî dinlere hürmet ederek yola giren kervana katılan bütün ülkelerin, askerî ihtilâllerden kurtulmalarını tesadüfe bağlamak mümkün mü? Hukukun üstünlüğü, şeffaflık, ekonomik yardımlaşma, menfaatlerin adaletli paylaşılması, dinî, millî değerlere kıymet verme ve insanı yüceltme prensibiyle yürüyen AB’ye katılan ülkelerin hiçbirisi ne AB den, ne de AB’nin bağlı olduğu prensiplerden geriye dönme teşebbüsüne girmediklerine göre, bu birliğin dünya barışına örnekliği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Neocon ve neoliberallerin bütün çabalarına rağmen, AB’nin bunca problemli ülkeleri iç savaş, ihtilâl ve sosyal kaoslara düçâr etmeden barış ve düzen içinde bugüne getirmesi; savaş, kaos, ihtilâl, semavî dinlere düşman global çeteleri paniğe sevk ettiğinden, onlar global organizasyonlarla ihtilâl ve iç savaş çıkarmaya devam edeceklerdir kanaatindeyiz.
1959’da Demokratların ülkemiz adına bu projeye müracaatının yarım asırdan fazla savsaklanmasının arkasındaki hakikî sebebin, demokrasinin bizde kökleşmesinin önüne geçmek olduğuna inanıyoruz. Demokrasinin yolunu başta Türkiye olmak üzere âlem-i İslâm’a açan Türk Demokratlarının başlarına, açık ve örtülü ihtilâllerle gelen felâketlerin bir sebebinin onların AB’ye yönelmeleri değil miydi? AB’ye girmiş bir Türkiye’de şahıs, zihniyet, ırkî veya sınıfî istibdatların olmayacağını bilen iç ve dış düşmanlarımız, bu yolda milletimize darbelerle büyük acılar çektirmişler ve bizi dünyada başkalarına muhtaç hale getirmişler.
NETİCE:
Kissenger’in halefleri olan Troçkist neoconlar, ABD kurumlarını ve imkânlarını kullanarak süper güç adına Latin Amerika’da darbeye devam edecekleri gibi, AB’den uzaklaştırılmak istenen Türkiye’mizde de 12 Eylül hukukuyla darbeleri sonlandırmak zor gibi. Global dünyada darbeciler uluslar arası bir şebeke türünden çalışıyorlarsa, bir ülkenim kendi imkânlarıyla onlarla mücadelesi adeta imkânsızdır. Millî projelerimizi AB çerçevesinde global düzeye çıkardığımızda, işte o zaman darbeler tarih olacaklardır..