Dünyanın şu garip zamanında, çok garipliklerle karşılaşıyoruz.
Bazen asrın bir seneye, belki bir hadiseye dürülüşünü seyrederken, hayali çoktan aşmış hadiseleri yaşıyoruz.
Bediüzzaman’ın zamana koyduğu teşhisi tasdik edenler, sosyal hadiselerde onun açtığı vadide yürüyen kalabalıkları gördükçe, hayret ile sevincin iç içe girdiği duygularla ürperiyor.
Sovyetlerin hürriyet sürecinin kudretli başkanı Mihail Gorbaçov’un beyanları Avrupada büyük yankılar uyandırdı. Gazetelere verdiği mülâkatında bizim açımızdan öne çıkan en önemli husus, Arap baharı sürecinin bir parçası olan “mülteciler” meselesi oldu. Gorbaçov, global çatışmacı güçlerin bilinçli olarak göçmen krizlerini çıkardıklarını; mültecileri Avrupa’ya yönlendirerek belli neticelere ulaşmak istediklerini satır aralarında ifade ediyor. Bu dehşetli trajediyi global siyasî ranta çevirenlerin devletler ve milletler olmadığını ifade ediyor. Onun bu ifadesi, Bediüzzaman’ın “Devletler ve milletler savaşı, tabakat-ı beşer savaşına terk-i mevki ediyor” sözünü ister istemez tedai ettirdi bize.
Güney Amerikalı Papa Francesco’nun AB’nin önemine yaptığı vurgu, haftanın öne çıkan manşetlerinden oldu: Dünya barışında AB’nin oynadığı kilit role işaret eden Arjantinli Papa, AB’yi parçalamak ve euroyu çökertmek için geceli gündüzlü çalışan neocon ve neoliberal siyasetçilerin sevinçlerini kursaklarında bıraktı. Artık Avrupalı olmayan devletlerin siyasetçileri de, dünya barışı için bundan böyle AB’nin kuvvet bulmasına çalışacaklar. Bu ise Troçkistlerle Kemalistlerin beklentilerini boşa çıkaracak, elbette… AB’ye düşmanlıkta yeni muhafazakârlar liginde oynayan Siyasal İslâmcı siyasetçilerin de gelecekle alâkalı bütün planları boşa çıktı demektir. Bediüzzaman’ın İsevî Avrupaya verdiği önem, AB’nin, netice itibariyle İslâm Birliği’nin önünü açacağı anlamındaki beyanı ve ahirzamandaki dehşetli global dinsizlik cereyanının İsevîlerce mağlûp edileceği müjdesi böylelikle gün yüzüne çıkıyor. Kemalistlerin ve bir kısım Siyasal İslâmcıların beklentilerine rağmen…
Geçmiş Avrupa tarihini nazara almayan ve bu örnekleri unutan bazı İslâm düşmanlarının İslâmiyeti istibdat ve teröre müsait göstermelerine cevap teşkil eden pek çok güzel yazılar son zamanlarda peş peşe yayınlanmaya başladı Avrupa Medyasında… Avrupa’daki düşünen Müslümanları en fazla sevindiren makale ise Spiegel’de yayınlandı. İslâmı; savaş, yağma, terör ve istibdat ile özdeşleştirmeye çalışan Avrupalı dinsizleri susturan cevabın yazarı diyor ki; Din adına devlet kurup insanları idam etme ve hayata şekil verme geleneği İslâmdan ziyade Avrupa’ya ait bir gelenektir. 15. Ve 16. yüzyıllarda Orta Avrupa’da kurulmuş din devletleri Hıristiyan oldukları halde, kendi mezheplerinde olmadıklarından dolayı binlerce insanı idam ettirmişler. Burada daha çok Orta Avrupa’da Protestanlık adına “cihadist” devlet kurmuş Johannes Calvin’in öne çıktığını Spiegel sayfalarında anlatıyor.
İNSANİYET, ARTIK AVRUPA’DA ENGELLENEMEZ…
Risale-i Nur perspektifinden Avrupa’daki hadiselere bakanlar, insaniyet karşıtlarıyla insaniyetperverlerin ve demokrasi düşmanlarıyla hürriyetperverlerin dehşetli mücadelelerine renkli boyutlarda şahit oluyorlar. Dünya barışının çoğu insanın gündemine yerleştiği şu günlerde barış, demokrasi, insanî değerler, çevre ve insan neslinin devamı gibi en önemli meselelerde; medyada, sokakta ve ilmî mahfillerde ittifakın oluştuğuna yüzlerce delil görünüyor ortada. İnkâr-ı ulûhiyet cereyanının çıkardığı yangınla tutuşan toplumların feryatları dünyanın birçok bölgelerini ayağa kaldırmış durumda. Bir köye dönüşmüş küçücük dünyamızdaki insanî facialar, inkişaf etmekte olan insan hak ve hürriyetleri sayesinde inşaallah yerini yeni ümit ve baharlara bırakacaktır. İkinci Avrupa’nın bütün gayret ve çalışmalarına rağmen İsevî Avrupa ile insanî Avrupanın ittifakına giden sürecin hızlandığını yüzlerce hadise haber veriyor.