Karmaşadan istifade edenler ve durumdan vazife çıkaranlar... Birincileri dinsizlik ve Kemalizm için çalışırlarken, ikinci grup siyasî menfaat peşinde koşuyorlar.
İşin içerisine “sanal paralel” karşıtlığı da girince, Risâle-i Nurları “sadeleştirmeden” kurtarma düşüncesiyle durumdan vazife çıkarmış, siyasal İslâmcılarımız. Yaşları 90’ın üzerindeki pir-i fani ağabeylerin yanlarına sokulan ve piyasaya Nurcuların öncüleri olarak lanse edenler de işin içine girince o mübarek insanların Üstadlarına ve Risâle-i Nur’a olan bağlılıkları bir başka formatta istismar edilmiş. 90 yaşındaki o mübarek insanlara, nurların Kemalist devletin eliyle basılacağı fikri telkin edilmiş. Bu çerçevede Başbakanla Diyanet Reisiyle yemeklerde görüştürülmüş Üstadın Talebeleri... M. Kemal’in ilke ve inkılâplarından bir karışık taviz vermeyen bir Başbakanımızın ve Kültür Bakanımızın Nurları basacaklarını, devlet eliyle -şehit Enver Paşa’nın yaptığı gibi- Türkiye Cumhuriyetinin misyonunun bulunduğu dünyanın en ücra köşesine insanlığın Kur’ânî reçetesini bastırıp gönderileceği telkin ve vadedilmiş... Söylediklerim o mübarek insanların öz beyanları... Merhum Menderes ve Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in aşamadıkları Kemalizm eşiğini AKP mi açacaktı... Hem de Halk Partisi ve komünist partilerle M. Kemal’i sevme yarışına girdiği bir zamanda...
ÜSTADIN TALEBELERİ RAHAT BIRAKILMALI...
Bu asrın en belirgin negatif bir özelliği de, yaramaz çocuklarının cerbeze ile yaptıkları istismarı değil mi? Mağduriyetin, kıymetin ve şanlı geçmişlerinin istismar edildiği dehşetli bir dönemi yaşıyoruz: Bu karanlığın, dinî değerlerin, insanî değerlerin, ırkların, tarihî hadise ve şahsiyetlerin istismarından tutunuz; çevre ve sanat gibi mücerred değerlere kadar.... M. Kemal’i istismar edenler Said Nursî’nin de istismar edilebileceğini biliyorlar mıydı? Muhtemeldir ki, evet... Said Nursî Hazretleri üzerinden Müslümanların arasına fitne atıp İslâma zarar verebileceklerini, bilemiyoruz. Üstadı hayatında ziyaret etmiş, ondan birkaç ders dinlemiş ve onun Kur’ân dâvâsına gönül vermiş 90’ın üzerindeki talebelerinin siyasî partilerce ve o partilerden maddî ve manevî bir menfaat bekleyenlerce istismarı, bütün Nur Talebelerini incitiyor ve yer yer yaralıyor... Türkiye’nin ihtilâl sonrası partilerinin mevsimlik olduğunu geçmiş zaman yeterince göstermedi mi? Ahir zaman müceddidinin dâvâsına hayatlarını bağışlamış bu serdengeçtileri, ahir ömrünü yaşayan bir siyasî partinin karesine hapsetmenin vehametini düşündükçe, istismarcıların masumiyetine olan inancımız kayboluyor. İhtilâl kalıntısı siyasal İslâmcıların istismarları yakalanmadan ahirete geçmiş Üstadın hizmetkârlarına olan hayranlığımız da artıyor değil mi? Bazen ücra köşesinde tehî yatağında ibadet ile meşgul, bazen hastalığın sevkiyle bir hastanenin yoğun bakımında duâ bekleyen ve bazen de gözleri kapıda Nur’un bir sevdalısının ziyaretini bekleyen bütün kardeşlerinden duâ isteyen Nurun bu yaşlı kahramanlarını siyasetin tarafgir ve fevkalâde netameli karelerindekileri ekranlarda Müslümanlara göstermek onlara bir yönüyle zulüm değil mi?
KORUMASIZ KAHRAMANLAR...
Peygamberimiz (asm) insanın hayata çocuklukla başladığını -yaşlandığı takdirde- çocuklukla bitirdiğini haber veriyor. Ahireti esas almış ve yaşlandıkça bu dünya hayatından ziyade nazarlarını ahirete çevirmiş kahramanlardan, olgunluk dönemlerindeki hayatı okuma ve değerlendirme beklenir mi? Bedîüzzaman, etrafına topladığı ve meşveret heyetine i’lâ ettiği gençlerin bakışıyla, sorulara cevap veriyor. Üstadın ahir ömründen bize kesitler sunan Emirdağ Lâhikasının ikinci cildini bu nazarla okuyanlar, birler. Fakat Üstadın Talebelerinin etrafına “ferdiyet” zihniyetiyle toplananlar, onlara doğru bilgiler aktarmadıkları gibi, istedikleri tarzda fetva alma usûlüne başvurdular. Tarikatın kendi geleneği içinde muhafaza ettiği “yaşlı çocuğunu” acaba Nurcular yeterince koruyabildiler mi? Yetmiş beşi aşmış ağabeylerin “ahir ömürlerini” etrafında toplanmışların renkleriyle değerlendirdiğimizde, onların Üstadlarının yanında ve olgunluk yaşlarında bulundukları meşveretler içindeki düşüncelerden farklı düşüncelere kaydıklarını hüzünle seyrediyorsunuz. Bu düşünceler, çerçeve olarak helâl, fakat meslek ve meşrep olarak Üstadlarından farklı düşüncelerdir.
Onları çevreleyen Nurcuları sorumlu tutmak yeterli olur mu? Birazda, onların cenneti bekleyen ruh halleriyle dünya ve hadiselerine çok yabancı kalışlarına mı? Belki en büyük eksiklik onların kuvvetli bir meşveretin içinde olmayışları... Yani şûrâ’ nın o mübarek kutupları, deccaliyet ve süfyaniyet esintilerine karşı korumaya almamaları olamaz mı?
NETİCE
Bandrol meselesi acığa kavuşmuştur. Nur Talebeleri Üstadın hayatından ve mektuplarından bu büyük musîbetin muadillerini çokca yazıp konuştular. Bu yazıdaki meramımız bandroldan öteye, bu meselede hasis menfaatler uğruna istismar edilen Bedîüzzaman’ın manevî varisleri, ondan bize kalmış yadigârları ve duâlarına müracaat ettiğimiz ağabeylerdir. İstismar edenlerin kuvvetli nefis muhasebesiyle gitmeleri gerekiyor... Bir mevsimlik siyasî bir partinin geçici fani menfaatleri uğruna bu senaryo oynanır mıydı? Sadeleştirme meselesini Nurcular, aralarında meşveretle hallederlerdi... Hükümet medyasının “Nurcuların temsilcileri” olarak lanse ettiği eşhasının meşveretlerden nedenli kaçtıklarını herkes biliyor. Belki de en çok nefret ettikleri unsurun başında şûrâ geliyordur. Bandrol meselesi Türkiye’nin ve Nurcuların meselesidir. Sadeleştirmenin önüne kuvvetli bir şûrâ ile geçmek mümkün iken, gayrı fıtrî, netameli ve her türlü suistimal ve şaibeye açık bir yola başvurmak, hakikaten vicdanın kabul edeceği bir durum değil... Üstadımızın Talebelerine yapılanları vicdanlar kabul etmiyor... Siyaseti menfaatleri uğruna kullanırken Risâle-i Nur ve Talebelerini de kullanmaya kalkanlara kaderin itirazı şiddetli olur, diye ikazda bulunmak istiyoruz.