Bizim neslin çok yakından tanıdığı Süleyman Demirel hakkında doğru konuşabilmek için, 1940’lı yıllardaki İstanbul Teknik Üniversitesine kadar uzanmak gerekiyor. Taşkışla’daki arkadaşlarının hatıralarından hareketle, onun 1953’teki Seyhan Barajındaki vazifesine kadar… 1955 yılında, en genç genel müdür ünvanını merhum Menderes’in elinden alan Demirel’i takip etmeyenler, onun 1964’te Adalet Partisi’nin başına nasıl geldiğini de anlayamazlar. Belgeler, doğru bilgiler ve objektif açılarla Demirel’in hayatı henüz ele alınmadı. Türkiye’mizde demokrasi ne kadar anlaşılabilmişse, Demirel de o kadar anlaşıldı, diyebiliriz. Doğru tarihten, teorik bilgilerden ve pratik tecrübelerden istifade edemeyen Türkiye entelektüelinin, Demirel’e ideolojinin tarafgirane labirentlerinden bakışını incelersek, demokrasimizin başına gelen felâketleri de azıcık anlayabiliriz.
31 MART RUHU VE DEMİREL…
Tarihimizin en kanlı ve canice bir ihtilâli olan 27 Mayıs’ın kısa ömürlü olmasının arkasında Demirel faktörü olabilir mi? 1961’de infazlar yapılıyor ve infaz edilen Demokratlar 1962’de tekrar Meclisteki hükümette yer alıyorlar. Demokratlarla açık cepheden vuruşamayacaklarını anlayan Kemalistler, hep nifaka başvurarak içerden vurdular. “Masonluk” iddiası, Demirel ile nifakın ilk boğuşması olmuştu. 1965’te İnönü, bir taraftan bu iftirayı dillendirirken, diğer taraftan onu Said Nursî Hazretlerinin halifesi orduya şikâyet edecekti. Fakat Demirel, en büyük sıkıntıyı içerden veya Siyasal İslâm cephesinden çekmişti. 1967 Türkiye Odalar Birliğinde başlayan bu serüvenin Demirel’in vefatından sonra da devam edeceğine öyle inanıyorum ki… Zira Demirel kadar, hayatı Türk demokrasisiyle özdeşleşmiş ikinci bir siyasetçiyi göremiyoruz. Durum böyle olunca da, demokrasimiz oturana kadar Demirel’e itirazlar devam edecektir.
Kemalizmin Halk Partisini, Halk Partili komünistlerin de Siyasal İslâmı nasıl kullandığı, siyaset tarihimizin araştırılmaya muhtaç bakir sahası olarak önceliğini koruyor. Bu konuda tarihî belge, doğru bilgi ve şahitleri ortaya çıkaracak araştırmacılara millet medyun-u şükran olacaktır. 31 Mart’ta Selânik ve Manastır localarının desteğiyle İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun mahiyetini öğrendiğimizde, yani Osmanlı demokrasisine zehirli hançeri saplayan güruhun ruhunu tesbit ettiğimizde, Demirel’in hayatı boyunca başı üstünde sallanmış Demokles’in kılıcının mahiyetini de öğrenmiş oluruz. Millet iradesinin yüzde 53 gibi ekseriyetinin teveccühüne mazhar olmuş Adalet Partisi’ni önce Siyasal İslâm’a (Millî Nizam), sonra da mason “Demokratlar”ın kulvarına yuvarlanmışların (Demokratik Parti) engellemelerine maruz bırakanların Kemalistlerden başkası olmadığına tarih her zaman şehadet edecektir.
12 MART’TAN 12 EYLÜL’E
12 Mart’ı gerçekleştiren solcu Kemalist subayların ihtilâlcilikte bir domino etkisine sahip olduğunu, sebep-sonuç analizlerinden anlıyoruz. Global dünya solu ile Halk Partili solun ortaklaşa başardıkları 12 Mart muhtırasında, sokakları kan gölüne çeviren 68 kuşağının anarşistleriyle 12 Eylül cinayetinin ortamını olgunlaştıracaklardı. Demokrasiye ve Demokratlara düşman olanların hedefi olmuş Demirel’in, farmason medya ve iş çevrelerinin Kemalist subaylarla kurdukları ittifakı hangi strateji ile aştığını kaç siyaset bilimcisi biliyor ki? Hele cuntacıları o günlerdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde devre dışı bıraktıran siyasî dehası ile büyük cesaretini… Maltepe Camii’nde sabah namazında helâlleşerek Meclise gelen milletvekillerinin hikâyelerini…
Bütün bu badireleri, siyasetteki “orta yol” veya mutedil felsefesiyle atlatarak 1975’te tekrar iktidara geldi. 1977’de dış güçlerin para ile satın aldıkları milletvekillerinin motel maceraları… Fakat bütün bu yanlışlar Demirel’in 1979 sonunda yeniden tek başına başbakan olmasını engelleyemedi. Demirel kadar elleriyle ve tırnaklarıyla demokrasiye gidecek yolları aşmaya çalışmış bir başka siyasetçiyi kim gösterecek? Elbette ki Türkiye siyaset tarihi için söylüyoruz bunu. Onu kavgacı, inat, uzlaşmaz, hırslı ve “herşeyi bilirim” gibi gösterenler; Demirel’in demokrasi yürüyüşündeki sebat, kararlılık ve tavizsizliğini bilmeyenlerdir. Demokrasi adına Kemalizmi tenkit eden 1980 sonrası mülâkat ve beyanlarını okuduğumuzda, demokratlığın tek partili rejimin neresinde durduğunu da görüyoruz (Bkz. Köprü dergisine verdiği mülâkatlar).
Bizim Demirel’e demokrasi kahramanı dememizi bir iddia veya iltifat zannedenleri, tarih çok acıklı bir şekilde mahcup edecektir. Delilsiz, belgesiz, rakamsız ve şahitsiz konuşmayan Demirel, muterizlerine vefatından sonra da meydan okumayı ihmal etmiyor. İslamköy’deki “Demokrasi Müzesi”ne topladığı tarihî belgelerle; yalan, iftira ve bühtana kalemlerini kurban vermiş yazar ve politikacıların yüzlerini karartmaya devam ediyor. Kendisinden önceki hürriyetçilerden ve Demokratlardan tamamen farklı çizgisini anlayabilmek için, Kemalistlerin global komünistlerin desteğiyle 1955’ten tam 2015’e kadar milletimizin üzerine boca ettiği nifak, şikak ve kaosu yeniden incelemek ve tahlil etmek gerekiyor.