Kelimeler anlaşılmadan manalar anlaşılır mı? Kur’ân-ı Kerîm, Rabbimizin her şeyden önce Âdem (as) babamıza isimleri öğrettiğini haber veriyor.
Yani kelimeleri… Belki de sözleri… Mana, isim, kelime ve söz arasındaki nüansları bilemediğimden esas mevzuya geçeceğim.
Önce meşveret mi gelir yoksa demokrasi mi? Bazılarımız her ikisine bir manayla bakacaklardır. Meşveretin de meşrûtiyetin de Kur’ân’da hayat bulduklarını Bediüzzaman’dan öğreniyoruz. Her ne kadar konumuz ile çok alâkalı da olsa, Üstadın Divan-ı Harb-i Örfi’deki demokrasi müdafaasına girmeyeceğiz. Hele bilhassa meşrûtiyet-i meşrûanın sınırlarını şeriatın güzel ahlâkıyla çizen makalelerine, yazımızın çerçevesi hiç müsaade etmiyor. İslâm demokrasisinin ilk uygulamaları ve teorik izahları olan o mevzulara inşallah başka yazılarımızda değinmeye çalışacağız.
Demokrasi, cumhuriyet, meşrûtiyet mana olarak Kur’ân’daki “şûrâ”dan kaynak bulduklarına hem eski Said dönemi eserlerinde ve hem de Emirdağ Lâhikası II. eserinin çerçevesinde bize ders veren Üstadımızın, Risale-i Nur hizmetlerinin tedvir edildiği dairede; demokrat, demokrasi, meşrûtiyet, ve cumhuriyet hatta hürriyet kavramlarını kullanmadıklarına şahit oluyoruz.
DAR DAİRE…GENİŞ DAİRE…
Meseleyi devlet dairesi ile cemaat dairesi olarak kolayca izah edebileceğimiz bir zemine indirmeye kalkıştığımızda karşımızda Asr-ı Saadet pratiğini bulabiliriz. Cennet yolunda Hz. Ebu Bekir’e (ra) yetişebilmek için üzerindeki bütün maddî ağırlıkları atan Hz. Ömer’in şûrâsını “demokrasi” kelimesiyle izah etmek güçleşebilir. Devlet idaresinde İmam-ı Ali’ye (ra) biad etmek istemeyen bazı sahabelerle Hz. Muaviye’nin duruşlarını anlamak da zorlaşabilir. Yani Hulefa-i Raşidin’in dönemlerindeki meşveret ve icranın birçok yabancı ve İslâm’ın temel mesele ve geleneklerini bilmeyenlerin Müslüman olmalarıyla artık mümkün olamayacağının iddia edenlerin duruşu, elbette ki meşveret-i şer’iyyede İmam-ı Ali (ra) kadar esas ölçülere yaklaşamıyordu. Gayet geniş ve belki de tartışmaları beraberinde getirecek şu hususa değinmemizin sebebi; basitçe demokrasilerin devlet idarelerine ve meşveret ise cemaatlerin idarelerine ait birer sistem olduğu yanlışından kaçınmaktı.
Örfi anlamda demokrasinin bizde konuşulması, daha çok 20. Yüzyılın ilk çeyreğinden sonradır. Avrupa’nın sebep olduğu I. ve II. Dünya savaşı felâketleri, hürriyetlerin inkişafı, ulaşım ve haberleşmenin mu’cizevî terakkileri ve dünyevîleşmenin bir belva-yı umumî olarak her yerde öne geçmesi, demokrasiyi daha çok öne çıkarıyor. Ve bu kelime genellikle dünya hayatı ve idareleriyle alâkalı kullanılıyor. Şu haliyle demokrasinin şer’i manadaki meşveret ve şûrâdan bir hayli uzaklaştığını söyleyebiliriz.
MEŞVERETİN HEDEFİ ALLAH RIZASIDIR…
Belki bu iki kelimeyi hedefleri itibarıyle şimdilik farklı kullanım sahalarına tahsis edebiliriz. Kur’ân ve sünnet çerçevesini esas kabul etmiş, Allah rızasını esas almış, uhuvvet ve ihlâs prensiplerini içselleştirmiş, Müslümanların sosyal hayattaki problemlerini çözmede kullandıkları sisteme “meşveret” demek daha doğru olmaz mı? Hedefler ayrılınca elbette ki ölçüler de ayrılacaktır. Birinde muhatabının gönlüne bulanıklık vermeyeyim diye çırpınan bir insan, diğerinde ise sivil-toplumda başarılı olmak adına birçok yanlışı mübah gören bir siyasetçi. Hedefi dünya saadeti olunca bir sistemin araçlarının da dünyevîleşeceğini işin içine az veya çok menfaat ve tarafgirliğin gireceğini herkes bilir. Burada, insanın dünya saadetine çalışan sivil-toplum kuruluşlarının cemiyet ve derneklerin, vakıf ve diğer hayır kurumlarının kullandıkları araçlar, prensipler ve üslûplar, meşveretin usûlünden o denli ayrılır ki; çok farklı dünyalar olduğunu anlamamak mümkün değil. Her iki mana arasındaki benzerliklerin; fahri hizmet, insan odaklı çalışma ve seçim gibi küçük unsurlar olacağını düşünüyoruz.
Seçim denilen ve ehl-i dünyanın tatbikatında; tarafgirlik, takım, muhalefet, ekip, propaganda ve gıybet şeklindeki meşveret-i şeriyeye zıt unsurlarıyla hayata yansıyan sistem ile, Çihar-ı Yar-ı Güzin’in tatbikatındaki seçim sistemleri karşılaştırıldığında, günümüz dinî cemaatlerinin uygulamak istedikleri tarzın genel çerçevesi ortaya çıkar. Zamanın getirdiği şartlarla o çerçevenin içerisini Sünnet-i Seniyye ölçüleriyle dolduranlar, ideal meşvereti yakalamış olurlar, kanaatindeyiz.
Dünyevîleşmenin baskısı, dünyamızın küçülmesi, Avrupa’nın semavî kitaplara itaat etmeyen medeniyetinin İslâm âlemi içine soktuğu cazibedar fitneler, teknolojiyi Sünnet-i Seniyye tatbikatıyla entegre edemeyen Müslümanların cehaleti ve ladini sistemlerin baskısıyla dinin hayatta dünyadan ayrı tutulması gibi hastalıklar, demokrasiyi meşveret tarzında anlamamızı zorlaştırıyorlar. Demokrasinin; hukuk, adalet, güzel ahlâk ve insan saadeti gibi ulvî gayeleri mutlaka olacaktır. Gel gör ki, meşveret-i şeriyyenin dayandığı esasları bir bütün olarak kabullenmediğinden şimdilik demokrasi ile meşvereti farklı tarzlarda anlamaya ve farklı zeminlerde uygulamaya devam edeceğiz. İnsaniyet inkişaf ettikçe, fıtrat-ı selime olan Sünnet-i Seniyye hayata hayat oldukça, din-i Hakk olan İslâmiyet ile hakiki Nasraniyet birleşip medeniyetin günahlarını temizleyip asıl medeniyete yol verdikçe, inşallah demokrasi gibi kavramlar meşveret-i şeriyyeye yaklaşacaklardır, kanaatindeyiz.