Kur’ân ve sünnetin zamanımıza yansıması olan Risâle-i Nur´ların yazılışı ve neşri tam manasıyla bir destandır. O. Yüksel’in ifadesiyle, her talebenin bir matbaa olup, imanın tekniğe meydan okuyarak Nur Külliyatı’nın tam 600 bin defa Anadolu’da el ile yazılmasından daha harika ne olabilir ki... Bu destanın 1926’larda Burdur’dan başlayıp, Ankara ve İstanbul’da resmî matbaalarda milyonlarca basımına kadar devam etti.
Sonra... Sonra, ipi başkalarının elinde olanlardan birkaç kişi piri fani, yalnız başına dışarıya çıkamayacak kadar hasta, dünya ile alâkalarını kesmiş ve hayatlarında Nurların neşriyle meşgul olmuş Bedîüzzaman’ın Talebelerine sokularak yanlış bilgilerle onların vehimlerini tahrik ettiler. Ancak devletin Risâle-i Nur’u tahriften kurtarabileceği fikrini onlara telkin ettiler. Üstadlarının yanlarında hizmet ederlerken “varislerim!” iltifatına mazhar olmuş bu kahramanlara, Nurların neşrini tamamen durdurtup bu işi devlete devretmeye teşvik ettiler. Notere gidemeyecek kadar hasta olan bu Ağabeylerin vekâletleriyle onlar adına bir semt-i meçhulde kimsenin taraf olmadığı bir dâvâ açtırdılar. Bu meçhul dâvâdan hareketle de Kemalistlerle çalışan devlet, Risâle-i Nurların neşrini “bandrol yasağı” altında durdurdu. Tam 300 Gün... Sonra devlet, M. Kemal’in prensiplerine aykırı olduğu halde, bu kitapların bandrol yetkisini Diyanetimize verdi. Dikkat ederseniz; organizesini, bandrol dağıtımı, hangi nüsha ve formatlara göre yayınevlerinin basma usûlünü verdi... Arkasından bir de kota belirledi. Risâle-i Nur´un Türkiye matbaalarında bu rakkamın üzerine çıkmamasını esas aldı. Neşretmeye gelen yayınevine de sıkı sıkı tembihledi: Dikkat ediniz, her an verdiğimiz şu neşir müsaadesini geriye alabiliriz!...
300 günde cereyan eden hikâyeyi bir sayfaya sığdırmak, Nurların neşrine mani olduğu zamanlardaki arzî ve semavî felâketleri tasvir etmek ve bu “bandrol” münasebetiyle ehl-i imanın arasına giren fitnenin zararlarını yazmak ve bu meseleyi serrişte ederek siyasî menfaatine kullanan hükümetin içine düştüğü halleri tek tek saymak mümkün mü? Çok ilginçtir ki, bütün bu hak gasıplarına, Nurların neşrini engellemek gibi şenî bir fiilin vücuduna ve Müslümanların iç barışını kundaklayan fitnenin zuhuruna temel gösterilen “varislerin açtığı” mahkeme, Risâle-i Nur Eserlerine bu Ağabeylerin inhisar fikriyle temellük edemeyeceklerine karar vermiş. Koskoca T. C. Hükümetinin Başbakan ve Cumhurbaşkanının aylardır devletin tekeline almaya çalıştıkları bu dâvâya esas teşkil eden mahkeme haksız müracaatı reddetmiş. Yani bu gayr-ı hukukî dâvânın temeli Gebze’de çökmüş ve ipi başkaları elinde ve ağabeyleri maksatlı bir şekilde bu yola sevk eden “iş bitiricilerin” hukuksuz hareket ettikleri ortaya çıkmış oldu. Türkiye’nin giderek her türlü hukuku ıskaladığı bu zamanda, şu satırlarımıza dudak bükenler çıkacaktır. Fakat hak haktır. Hakk mağlûp olmadığından sonunda galip gelecektir. Yanlış bilgi ve iğfallerle açılan dâvânın neticesi, önümüzdeki dâvâların sürecine inşallah yardım edecektir.
VARİSLER, SAHİPLER VE NAŞİRLER KİMLERDİR...
Yukarıda bahsettiğimiz dâvânın açılışına sebep, Üstadımızın vasiyetnamesi isimli mektuba sonradan tadil ile kaydettiği 12 isim idi. Onlardan hayatta olan dört Ağabeyi rahatsız edenler de biliyorlardı ki, bu mektûb hukukî bir belge değildi. Anlayamadıkları hususlardan birisi, belki de Risâle-i Nur´da yüzlerce yerde sair talebeleri içinde kullandığı “varislerim” tabiriydi... Henüz üniversiteye başlamış gençlerden, hayatını tamamen Nurlara vakfetmiş kahramanlara kadar... Yüzlerce yerde ise bütün Nurların “sahipleri” olarak talebelerine hitab ediyor. Nurlara Bedîüzzaman’ın öngördüğü şartlarda yönelenler sahip olunca, ille de Nurları devlete teslim edelim, devlet sahip çıksın mantığını nereye koyacağız. Ayrıca Risâle-i Nur Külliyatında “naşirler” kategorisi altında hitap edilenlerin vazifesi neşretmek değil mi?
Bedîüzzaman Hazretleri ziyaretine gelenleri belli bir elemeden geçirdikten sonra: “...onlar da üç tarzda olur. Ya Dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur”. Onların da şartları vardır. Kardeş ve talebe olmanın bir şartı da; Sözlerin (Risâlelerin) neşrine çalışmak, kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin”, diyerek formüle ediyor.
Yukarıdaki bilgilerden hareketle, Risâle-i Nurları okumayı onlara çalışmayı ve onları neşretmeyi hayatının gayesi bilenlerin hepsi Risâle-i Nurları neşir hakkına sahip oldukları halde, bir kaç tetikçinin ve siyasal İslâmcıların, Risâle-i Nurların bu milletin ve âlem-i İslâmdaki muhtaç mü’minlerin imanları uğrunda yapacağı fütuhatı engellemek maksadıyla çıkarılan şu bandrol tiyatrosuna hâlâ itiraz etmeyenlerin, ruh halini çok merak ediyoruz. Deccaliyetin binbir aletiyle küfür ve tuğyaniyetini neşrettiği ve milyonlarca masum evlâdımızın dünya ve ahiret hayatlarını kararttığı bir zamanda, “sadeleştirmeye çare” olarak Risâle-i Nur´u devletin tekeline verenlerin istikballerini de merak ediyoruz. Devletin tekelciliğe varmadan tahrifini önleyecek imkânı yok muydu? Biricik yol Nurlara herkesin sahip çıkmasını kapatan bu yol muydu? Risale-i Nurların orijinallerinin korunması esas alınamaz mıydı? Nurları basmak için devlet kapısına müracaatin akıl ve hukuk ile alâkası var mıydı?
NETİCE
Nur Talebeleri meşveretleriyle Risâle-i Nur’a gelecek her türlü zararı önlemeye muktedirler. Türkiye siyasal İslâmcılarının tekelcilik ve rant kaygıları bu safi dâvâyı bulandıracağından, Nurların neşrinin alabildiğince serbest bırakılması elzemdir. Bundan böyle bütün Nur Talebelerinin kendilerinin Risâle-i Nur’a sahip ve nâşir olduklarını ihsas ve Efendimiz’e (asm) olduğu gibi Bedîüzzaman’a da varis olduklarını seslendirmeye devam edecekler. Arzî ve semavî hadiseleri alâkadar eden Risâle-i Nur’un neşrinin önündeki engelin kalkması istikametinde bütün ehl-i iman gece gündüz duâya duracağından diyoruz ki, bu Kur’ân tefsirini Kemalizm prensiplerinde ısrar eden devletin inhisarına veren ilgililer vatana ve millete acımalıdırlar. M. Kemallerin yalnız başlarına ve en koyu istibdat zamanlarında neşrini engelleyemedikleri bu Kur’ânî eserleri, siyasal İslâmcılar asla engelleyemeyecekler. Farkına varamadıkları bu dehşetli hatanın evvelâ kendilerine zarar vereceğini bilmelidirler. Ve korkarız ki vatan ve millet de zarar görecek... İşte endişelendiğimiz korkunç akıbetlerden Rabbimize sığınırken, bütün Nur Talebelerine tekrar sesleniyoruz:
Ey Risâle-i Nur Talebeleri ve ey Bedîüzzaman’ın varisleri!...
Eserlerinize sahip çıkın ve mallarınıza sahip olun... Nifakcıların desiselerine kapılıp “sessiz kalma” musîbetine sakın düşmeyiniz!..