Bazen kulağa gayet hoş, hakikatli görünen yeni ifadeler ve sloganlar takılır ki, yanlışlığı çoğu kez uygulamalarından sonra anlaşılır.
Anlaşıldığında ise o söz ve yeni yaklaşımın yaptığı tahribatın alanı gayet geniş olur. Değişim, teceddüt, inkılâp ve tekâmül niyetiyle bu orijinal ifadeleri kullananlar olduğu gibi, çoğu kez müdahalecilerin, devrimcilerin ve ihtilâlcilerin de aynı ifadeleri kullandıklarına şahit oluyoruz. Avrupa’da; genç iken devrimci, kırka gelirken sosyal demokrat, kırktan sonra ise Hıristiyan demokrat olunur diye bir telâkki vardır. Hak din ile henüz tanışamamış, tarihi müşevveşiyet ve ihtilâllerle dolu ve yalnızca akıl feneri ile hakikati arayanlar için bu telâkki doğru olabilir. İslâm toplumunda ve bilhassa dinî cemaatlerde ise bunun yanlışlığını maalesef neticeleriyle öğreniyoruz. Ellerinde Kur’ân gibi serapa hakikat ve onun tatbiki Sünnet-i Seniyye olanların, Avrupalıların deneme-yanılma yoluna sapmaları mantıkla tenakuz teşkil etmez mi? Bir kitap ki, insan olarak muhtaç olduğumuz fennî ve sosyal her türlü hakikat içinde bulunuyor. Bir Peygamber ki, hayatın bütün karelerine dağılmış problemlerimizi uygulamalarıyla çözüyor. Ona ittiba etmeyip kafa fenerime takılacağım derken, sapık dinsiz Avrupa feylesoflarının teorilerinden çıkarılmış projelere müracaat etmek, Müslümanlar için en azından bir izzetsizliktir.
MANEVÎ BİRER HAZİNE
Dinî cemaatlerin toplantı ve meşveretlerinde çokça duyduğum sloganı sizler de duymuşsunuzdur: “Gençlerin önünü açalım.” Yaşları çoktan altmışı aşmış, birçok hastalıkla muallel ve duyuları zayıflamış bu kuşak, gençlerin yolunu kapatıyor! Dinamik, anında karar verebilecek, enerji dolu ve yorulmak bilmez gençlerin yolunu keserek hizmetin de yolunu kapatanlar, mutlaka gençlerin önünü açmalıdırlar… Şu cümlelere düz mantıkla baktığımızda görünüyor. Fakat yapılacak işin mahiyeti, cemaatin hafıza ve geleneği, hizmetlerde lâzım olacak bilgi, tecrübe ve tedbirler bir bütün olarak düşünüldüğünde, yukarıda sözü geçen yaşlıların kenara çekilip hizmetin tedbir ve tedvirini yalnızca gençlere bırakmalarının netice itibarıyle o cemaate zarar verdiğini çokça görmüşüzdür.
Evvelâ, düşmanları gayet çok ve müdafileri gayet az olan bir hizmete yirmisinden önce girip yarım asır istikamet, ihlâs, sebat ve metanetle o dâvânın canlı bir hafızası ve arşivi olmuş, elinde avucunda olan herşeyi bu hizmete vermiş yaşlı bir insanın incitilerek köşesine gönderilmesinin o dâvâya maddî ve manevî büyük zararlara yol açabileceğini düşünmek lâzım. Tarikatlarda, dinî cemaatlerde ve bilhassa Nur cemaatlerinde bunun zararı o kadar büyük oluyor ki; onlarca tecrübesiz genç o faturayı ödeyemiyor. Hayatı, içinde bulunduğu cemaatin en aktif birimlerinde fahrî olarak koşuşturmayla geçmiş bir dâvâ insanını kenara itmek; diğer mensupların vefa, sadakat, sebat ve hakikate tarafgirlik duygularını da rencide ederek ciddî sıkıntılara yol açar.
Nur Talebeleri açısından bu daha da önem arz ediyor. Ömrünü Risale-i Nur’un neşrine, anlaşılmasına ve hakikatlerin yaşanmasına vakfetmiş yaşlılarımızın bilgi, tecrübe, takva, şevk, duâ ve istikamette cemaatimiz için manevî birer hazine olduklarına hepimiz şahidiz. Bir ömür boyu her gün Nurları kendisine vird edinmiş, kalbi gözlerinden daha keskin ve gencin okuduğu cümleyi hafızasından tamamlayan bir ihtiyarı, dâvâsını tuttuğu köşesinden mahrumca evine göndererek gençlerimizi bu dağvari değerlerden mahrum etmeye çalışanlar acaba kimler olabilir?
FITRATA UYGUN DEĞİŞİM
Fıtrata aykırı hareket edenler, zamanın çarklarının altına düşerler. Bitkilerde, ağaç ve hayvanlardaki değişimi müşahede edenler, Sünnet-i Seniyyedeki kuşak değişiminin tam manasıyla fıtrata uygun olduğuna şahit oluyorlar. Meseleyi ihtilâlcilerin istifade edebileceği üslûptan Sünnet üslûbuna aktaran Müslümanlar, çatışma yerine kuvvetli bir dayanışmaya mazhar olurlar.
Bu dayanışmanın ana prensiplerini Efendimizin (asm) tatbikatına ve mübarek sözlerine havale ile şu hakikati tekrar etmek gerekiyor: İslâma hizmet iddiasındaki Müslümanlar evvelâ Peygamberimizin (asm) tatbikatını öğrenmek zorundalar. Taraftarlık, teslimiyet, hüsnüzan ve teorilerdeki yanlışlar gibi eksikliklerimiz, bizi zamanın dinsizlik ve nifak cereyanları karşısında mağlûp ediyor. Peygamberimizin (asm) meclislerinde kendileriyle istişare edilebilecek seviyeye gelen İmam-ı Ali, Abdullah bin Abbas, Halid bin Velid ve Abdullah bin Ömer (radıyallahu anhum) gibi gençlerin hususiyetlerini; verdikleri sadâkat, sebat ve ihlâs imtihanlarını ve inkişaf ettirip toplumun istifadesine sundukları kabiliyetlerini de burada düşünmemiz gerekiyor. Oradaki yaşlılara olan derin hürmet ve muhabbetle, onlardaki tecrübe ve ilmi nasıl mass ettiklerini de yukarıdaki hakikate ilâve edelim.
Asr-ı Saadeti nefsinde yaşayan ve çevresindeki talebelerine de yaşayarak ders veren Bediüzzaman’ın toplantı ve meclislerindeki gençler de dikkatimizi çekiyor. Ceylan ve Zübeyir meşveret meclislerinde yer alırken yaşları 27’nin altındadır. Katıldıkları toplantılara yaptıkları katkılar nazara alınmadan yalnızca onların gençliği medar-ı bahs edilirse; Tahirî, Hüsrev, Ahmed Feyzi, Mehmed Feyzi, Hulusi ve Refet (kuddise sirruhum) gibilerin değeri de anlaşılmaz. Risale-i Nur’un Kur’ân ve hadisten süzülmüş harikalar üstü bir tefsir olduğunu kabul edenler, bu tefsirden süzülmüş “Hizmet Rehberi” nin satırlarını da ezberlercesine mütalâa ederler. İşte o zaman, meselenin yaşla sınırlı olmadığının; ihlâs, tesanüd, sadâkat, takva, sebat ve fedakârlık gibi şartların bu dâvâda esas olduklarının farkına varıyoruz. Bu şartlara sahip insanların arasında kuşak çatışması yaşanır mı?
Kaldı ki Sünnet-i Seniyyeyi kavrayıp tatbike çalışanlarda karşılıklı sevgi ve hürmet asıldır. Gençler yaşlıların bilgi, tecrübe, takva ve duâlarından yararlanmak için onlarla birlikte olmaktan derin haz duyuyorlar. Bir ailenin gayet muhabbetli fertleri arasındaki tesanüdü haricî kuvvetler dağıtamadığı gibi, Müslümanların arasındaki cemaatî bağları da kimsecikler parçalayamaz.