"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Global dinsizler siyasal İslâmı yutuyor...

Şükrü BULUT
28 Kasım 2014, Cuma
Siyasal İslâm hareketlerinin yolları neden genellikle “ihtilâller”le kesişir ki...

Dünya Müslümanlarını bir araya getirme idealinin global dinsiz devrimlerle paralel yürümesi mümkün olmadığına göre, daha büyük ve kuvvetli olan cereyan siyasal İslâm’ı emri altına alacak. İttihad-ı İslâm projesinin sahibi ve bu vazifeyi bu zamanda farz kabul eden Bediüzzaman’ın “siyasal İslâmcıları” ikaz ettiği noktalar önemlidir. Meselâ: Günümüzde dünyaya hükmeden, ihtilâl çıkaran ve dehşetli savaşları başlatan cereyanları az çok biliyoruz. Bölgesel rakiplerini mağlûp etmek için o dehşetli cereyanlardan yardım isteyen veya onlarla işbirliğine giden siyasal İslâmcıların akıbetini 1940’lı yıllarda gören Bediüzzaman diyor ki: 
“İşte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakikate ve hukuka muvafık gelmeyen boğuşmalardan, elbette âlem-i İslâm ve Kur’ân teberrî eder. Yardımcılıklarına tenezzül edip tezellül etmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgâmlık hükmediyor; değil Kur’ân’a, İslâm’a yardım, belki kendine tabi ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur’âniye elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’ân’a farz ve vaciptir. Gerçi zındıka ve dinsizlik o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer. O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş. Hem zındıka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır.” (Kastamonu Lâhikası, s. 161)
Üstadın bu ikazı 1950’lerin İhvan’ına olduğu kadar, 1980’li yıllarda Bolşeviklerin oyununa gelip M. Zahir Şah’ı indiren Afganlıları da ilgilendiriyor. Suriye ve Pakistan Müslümanlarını da alâkadar ediyor. 1950’li yıllarda Bağdat Anlaşmasına sadık kalmayanların uğradıkları felaket de bu karedeki yerini alır. Arap milliyetçiliği noktasındaki Baas zokasını yutan bu dünya, hâlâ o hatasının günahını kan revan içinde çekiyor.
Dünyanın hâlini, hâkim cereyanları ve bünyesindeki casusları anlamayan siyasal İslâm’ın iktidar teşebbüsleri gizlice engellendiğinde, hâkim cereyanlar onları kuvvet ve ihtilâle sevk ederler. Düz mantıkla olumlu görünen bu durumun, bir başka felâketin kapısını açtığını Müslümanlar yaşayarak geliyorlar. 1992’deki Cezayir İslâmî Selamet Cephesi Partisi’nin genel seçimlerde birinci turu kazanmasından sonraki ikinci tura 5 gün kala yapılan darbenin mahiyetini de siyasal İslâmcılar hâlâ anlayabilmiş değiller. Abbâs Medeni ile Belhac’ın 11 senelik hapislerinin arkasından bu durumun “muhasebe”si yapılamayınca, buradaki dindarlarımız politik arenalarda sıkıntıdan sıkıntıya itilip kakılıyorlar.

SİYASAL İSLÂM DOĞRU İSLÂMI PERDELİYOR...

Siyasal İslâmcıların çoğunun İslâmın karaman, bahadır ve mücahit birer evlâdı olduklarından kimsenin şüphesi olmasın. Mesele siyasete, din namına ortaya çıkmaya ve bulundukları yerde bütün Müslümanları temsil iddiasına geldiğinde, gidişatın “doğru İslâmdan” uzaklaştığını, tarih bize ibretle gösteriyor. Muhalefet edenlere “düşman” nazarıyla bakan bir siyasal İslâmın yolunun ihtilâl belâsına uğramaması mümkün değildir. M. Kemal ile mücadele için Bediüzzaman’ı Norşin Camii’nde ziyaret eden Kürt Hüseyin Paşa’ya Üstadın tevcih ettiği “Bulunduğun yerden buraya gelene kadar şeriat adına şeriata ne kadar muhalefette bulunduğunu biliyor musun?” sorusu tazeliğini hep koruyarak geldi. Ahirzamanın şartlarını, metodolojisini, global stratejinin esaslarını, insanî temel hakların tefsirini, mevcut Avrupa’nın mahiyetini ve zamanın şerirleriyle mücadele tarzını Said Nursî Hazretlerinden okumayan-öğrenmeyen İslâm âleminden yükselen itirafları duymak istemeyen bir kısım siyasal İslâmcılar, yalnızca nefis ve enaniyetlerinin esirleri olmuşlar, görünüyor.
Merhum Erbakan’ın hurucundan önce İslâm âlemindeki dinî cemaatler Bediüzzaman’a kulak veriyorlardı. Bu hareketle bazı Nur Talebelerini de müşevveş ederek yanlarına çeken siyasal İslâmcılar, âlem-i İslâm’a siyasetteki “doğru rotayı” kaybettirdiler. Türkiye’yi, Kemalizmi, Avrupa ile münasebetlerimizi ve tek parti döneminde bizde hortlamış ahlâksızlık ve ırkçılık belâlarıyla mücadelemizi bilemeyen Arapların çoğu, bizden yüz çevirdiler. Türkiye siyasal İslâmıyla irtibatlı olan Şia ve Haricî kökenli sair siyasal İslâm fikirlerinin âlem-i İslâm’ı içine düşürdüğü dehşetli çukurlardan çıkmaya çalışırken, yine onların yardımıyla “Arap baharı” felâketine yakalandılar.

SİYASAL İSLÂM BEDİÜZZAMAN’I DİNLEMEYE MECBURDUR...

Bedîüzzaman Hazretleri dünde yaşayan siyasal İslâmcılarımızı bugüne çağırıyor. Gözleri mazide ve bedenleri istikbale düşmüş, tecdit ile devrim arasındaki farkı anlayamamış, Deccal, Mesih, Süfyan ve Mehdi gibi zamanımızın dört duvarını ören şahsiyetlerden habersiz yaşayan siyasal İslâmı zamanımıza çağırıyor. Avrupa’yı müsbetiyle ve menfîsiyle yeniden yorumluyor. Avrupa’dan gelmiş görünen, ama aslında İslâmın özbe öz malları olan hürriyet, adalet, insaniyet ve müsbet ilimleri Kur’ân ve sünnete göre izah ve ispat eden Bediüzzaman’ı dinlemeyen İran, Arap, Mağrip ve Hint siyasal İslâmcıları ancak dehşetli dinsiz global cereyanların tuzağına düşerek hem kendileri yanarlar ve hem de bizi yakarlar. Bunun yüzlerce örneği meydanda dururken; günümüzdeki içtimaî ve siyasî hadiseleri hayalhanelerindeki ölçülerle değerlendirip İslâmiyete ve insaniyete ne denli zararlar verdiğini hepimiz birlikte görüyoruz. 
Avrupa’yı birinci ve ikinci Avrupa olarak değerlendiremeyen, inkâr-ı  Uluhiyeti esas almış, bütün semavî dinler ile savaşa girişmiş ihtilâlci dinsizliği Hıristiyan ve Yahudîlikten ayırd edemeyen ve İkinci Dünya Savaşından bu yana din adına siyasî arenaya çıkanların hepsinin “şimal cereyanınca” perişan edildiğini hâlâ anlayamayanları, Bediüzzaman Hazretleri ikaz ediyor: “Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekar ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 139)

Okunma Sayısı: 4760
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Demokrat Avrupa

    28.11.2014 13:05:13

    Devrimcilikle Bediüzzaman`in görüsleri örtüsmedigine göre, siyasal islam´da devrimciligi savunduguna göre ve devrimcilikten beslendigine göre, devrimciliginde arkasinda global dinsizlik olduguna göre, siyasal islam FITRAT`lari geri Bediüzzaman`i dinleyemezler....

  • sultan selim

    28.11.2014 09:32:57

    Yasin Aktay: Devrim daha bitmedi ..... Birçok kişi Aktay'a "Neyin devrimi? Hangi kahraman?" diye sordu ancak bir cevap alınamadı. Aktay şunları yazdı: "'Devrim evlatlarını yedi' diyenler, bunu gelişmelere sevinerek söylüyorlarsa, fazla sevinmesinler, kimse bu devrim kahramanlarını yiyemez, 'Devrim evlatlarını yedi' diyenler, bunu üzülerek söylüyorlarsa, üzülmesinler, devrim daha bitmedi ve onlar devrimin gerçek aktörleridir"

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı