Hükümetimizin ismini ağzına almaktan imtina ettiği “Yeni krizimizin” hep şer ve fena tarafına mı bakacağız? Şerleri hayr eyleyen Rabbimiz, mutlaka bu hadisenin katarına bazı hayır ve güzellikleri yüklemiştir, diye düşünemez miyiz…
Bu hadise halkımızın nazarlarını okyanuslar ötesine çevirdi. Yüz yılı aşkındır global düzeyde dünyamızı talan eden çetenin düzenini, meğer ki milletçe incelememiz gerekiyormuş. Dünya servetini, ahalisinin yüzde sekizi arasında paylaşmaya kalkışan bu dehşetli düzenin mahiyetini ortaya çıkaran hadisenin tamamı, elbette şer olamazdı. Bu kriz olmasaydı milletimiz Goldman Sachs ve müttefiklerini nereden öğrenecekti? Kendilerini “dünyanın efendileri” olarak ilân eden bu sermayedarlara avcılık veya tetikçilik yapan McKinsey gibi danışmanlık şirketlerini de tanıyamayacaktık. Bu arada kendilerini Amerika’nın “millî merkez bankası” olarak lanse eden global çetenin FED’i nasıl teşkil ettiklerini, karşılıksız dolar banknotlarını bastıklarını, dünyadaki faizlerle bir çok devlet ve halkları nasıl mağdur ettiklerini elbette bilemezdik.
Yalnız ekonomik gidişatı değil; siyasî gidişattan da haberdar olamayacaktık. Meselâ Arap Baharında bir operasyon merkezi olarak kullanılan “Katar Şeyhliğinin” neoconlarla ortaklıklarını, Doha üzerinden Arap dünyasına akıtılan paralarla Müslümanların nasıl katledildiklerini, Hicaz’ın El-Kaide üzerinden nasıl tuzağa çekildiğini asla öğrenemeyecektik. Vitrinlerine Katar vahasını koyup zavallı şeyhini günah keçisi olarak ilân edenler, bu siyah çadırın arkasında büyük cinayetler işlediler. Bizim krizimiz ise, bütün bu perdeleri ve perdelemeleri fırtınasıyla birlikte uçuracak gibi…
HAKİKATEN SARMALDA MIYIZ?
Bunu doğru biçimde bilmemiz, şimdilik mümkün görünmüyor. 2001’de, küresel 11 Eylül İhtilâlinin hemen akabinde, Amerikalı neocon ve Londra’lı neoliberallerle oturup anlaşma yapanlar, ”… Eyvah! Yine bizi kandırdılar!” diye mahalleyi ayağa kaldırmadıkları takdirde, bizim şimdilik herhangi bir tesbitte bulunmamız mümkün değildir. Duâmız ve temennimiz; işin başında, AKP’nin onlarla herhangi bir anlaşmaya varmamış olmasıdır. Türkiye’nin on beş seneden fazladır bir çok ülkeden bolca harcaması, hatta israfa giden harcamaları Goldmann Sachs ve ortaklarından alınmamış, dehşetli global fonlarına paça kaptırılmamış ise, demektir ki henüz ejderhanın sarmalına girmemişiz.
Esasında AKP’nin de ANAP’ın akıbetine uğrama ihtimali vardır. Güya yetmiş sente muhtaç bir Türkiye’yi, dünyanın ekonomide parmak ile gösterildiği Türkiye yapacaklardı ki, dananın kuyruğu kopmuş, Neoliberallerle aynı çuvala girmiş Özal’ın partisini, Çankaya ve paşalar da kurtaramamıştı. Neticede; Özal’dan sonraki parti genel başkanları halkın arasına girmekten korkar hale gelmişler ve Alexander Haig’in koruması altında piyasaya çıkan ANAP, yirminci yaş kutlamalarını göremeden tarihe karıştı.
Millî irade yerine başka iradeleri kendilerine nokta-i istinad edip ayakta durmaya çalışanların dayandıkları duvarların keresteden olduğunu, inşaat biter bitmez söküldüğünü bilen siyasetçiler hiç, ama hiç dış mihraklara, neoliberallere ve bilvasıta müteharrik siyasetlere asla güvenmediler ve dayanmadılar.
ÇÖZÜM: MİLLÎ İRADE VE DEMOKRASİ…
İşte böyle bir akıbeti yaşamamanın bizce tek çaresi, milletin iradesine güvenerek demokrasinin üzerindeki engelleri kaldırmaktadır. Çoğunuz bu istek ve tavsiyeyi yersiz bulabilirler. Güneş henüz Batı’dan doğmadığına göre ve tevbe kapısı da henüz açık olduğuna göre neden olmasın ki… Zira beterin de beteri var. Bu gidişatla her gün biraz daha derinleşen felâketi, ancak millete giderek, millî birliği ve muhabbeti kazanarak durdurabiliriz. Kızarak, restleşerek, kavga ederek ve meclis iradesini hiçe sayarak musîbeti eliyazubillah üzerimize şiddetlendirebiliriz.