Köln’den dönerken, uçakta haberdar olmuştum.
Siyasal İslâm mahallesinin eski sakinlerinden Ahmet Hakan, ‘Cübbeli’ lâkabıyla medyada duyulan Ahmed Ünlü’ye köşesinde cevap vermiş. Mesele medrese-mektep çatışması olunca bigâne kalmamız mümkün değildi. Söz konusu yazıdan, Cübbeli Hoca’nın medreseyi müdafaa ederken; kendisinin de temsilcisi olduğu bu müesseseyi terör ve anarşiden azade kalışını, laik mektep eğitimini görmüşlerin daha çok bu yola girdiği iddiasını anlıyorsunuz. Türk eğitimimizin yetiştirdiği bu iki şahsiyetin mübahese ve tartışmasından ziyade, evvelâ önemli bir noktayı tashih etmemiz gerekiyor.
Ahmet Hakan’ın Taliban, El-Kaide ve IŞİD’i medreseden çıkmış göstermesi ve medreseyi Avrupalı dinsizlilerin iddia ettikleri gibi teröre eleman yetiştiren yerler olarak iddia etmesi, hakikati ya bilememekten veya ketmetme gayretinden kaynaklanıyor, kanaatindeyiz. Sovyetlerin çöküşü, komünizmin mekân ve tarz değişikliğine gidişi, Amerika ve Avrupa’da global düzeyde faaliyet gösteren meşhur enstitülerin ortaya çıkışı, neocon ve neoliberallerin yeni dünya düzeninde ittifak etmeleri gibi büyük realiteleri unutarak avam bakışıyla hadiseleri değerlendirmek, şöhretli yazarlarımıza elbette ki yakışmıyor. Amerikalı ve Avrupalı araştırmacıların; 11 Eylül felâketinden itibaren yazıp çizdiklerini okumaya, magazin meşguliyetinden dolayı yazarlarımızın pek zamanı olmuyor. Fakat internetten herhangi bir arama sistemiyle; el Gureyb, Bucca, Eş Şebab, El-Kaide, Boko Haram ve IŞİD sözcüklerinden hareketle birçok eksik bilgiyi tamamlama imkânı bulabilir yazarlarımız. Taliban’ın yalnızca format olarak kullanıldığını, IŞİD’in dinde hassas ve muhakeme-i akliyede nakıs Selefiliğin yalnızca arkasında gizlendiğini, Irak ve bilhassa Suriye’de çarpışan militanların yüzde doksanının Avrupa solundan devşirildiğini, Lâtin alfabesine itiraz ile Afrika’yı kasıp kavuran Boko Haram liderlerinin Arapça bilmediklerini ve Eş Şebabın daha çok Marksizme yakın bir örgüt olduğunu internetten öğrenmemiz her zaman mümkündür.
MEDENİ İNSANLARA MEDRESE DÜŞMANLIĞI YAKIŞMIYOR
Sultan 3. Selim ve 2. Mahmud ile mektebin kapısını çalan Osmanlı, bütün ihtişamlı zamanlarını medreseye borçludur. Fevkalâde geniş ve derin olan bu mevzuya şu çerçevede girmemiz, hakikatin sınırlarından ne kadar uzak olduğumuzu gösterebilir. Yalnızca şunu söyleyebiliriz: Avrupa Rönesans ve reformlarının; Endülüs ve Sicilya medreselerinin bir mahsûlü olduğunu Batılılar çoktan kabul ettiler. İnsanlığa faydalı olan ve hakikî medeniyete yardımcı olmaya çalışan günümüz Avrupasının, neticede Kurtuba Medresesi’nin bir öğrencisi olduğunu söyleyemez miyiz?
Medreseyi inkâr etmenin; medeniyeti insanî değerleri, şerefle iftihar ettiğimiz bin senelik tarihimizi inkâr ile eş anlamlı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Günümüz Avrupası; Oxford'da, Cambridge veya Almanya üniversitelerinde ilim ararken hiçbir komplekse kapılmamalı değil mi? Dünün Avrupası da; Endülüs, Kuzey Afrika, Maveraünnehir, Şam ve Bağdat medreseleriyle iftihar etmelidir. İlim, medeniyet, teknoloji ve insanî inkişaflar hepimizin ortak malı olduğuna göre…
MEDRESE ISLAHA MUHTAÇ
Medeniyetteki ilerlemenin medreselere neden yansımadığı noktası üzerinde durmayacağız. Yakın tarihimizi birebir ilgilendiren bu netameli konu başka yazıların çerçevesini teşkil edecektir… Demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü, medeni Avrupa, aktüel Hıristiyan-Müslüman münasebetleri ve en önemlisi de zamanı doğruca anlayamadan medresenin içine düştüğü hal-i pürmelâli kavramak hiç de kolay olmayacaktır. Bu kavganın başladığı ilk günlerde, Sultan Abdülhamid’e medreselerin ıslahı projesini sunan Bediüzzaman’dan Medreset'üz Zehra modelini öğrenemeyen medreseye yüz sene önceki müfredat ve usûllerin bugün yardımcı olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Medreseler günümüzün hakikatleri ışığında kendilerini yenileyemedikleri takdirde hiçbir yerde İslâmı doğruca temsil edemeyeceklerdir. Afganistan, Pakistan, Yemen ve Kuzey Afrika’nın dört gözle bizden medreselerin ıslahını beklediği bir zamanda, iki medrese ehlinin medyadaki tartışması da ancak Müslümanlara zarar getirir.