Dünya kamuoyu meşhur Amerikalı siyasetçiyi farklı yönleriyle tanır. Onun Vietnam savaşındaki rolünü bilenlerin yaklaşımlarıyla, yine onun Latin Amerika’sındaki ihtilâlleri organize ettiği yüzüne bakanların duyguları, elbette farklı olacaktı.
Birileri onu demokrat, başkaları cumhuriyetçi niteleyeceklerdi. Fakat o kendi ifadesiyle, Amerika’nın komünist Sovyetlerle mücadele ettiği dönemlerde bile devrimciydi. Amerika’nın dış politikasına hakim olduğu dönemlerde, dünyadaki çoğu ihtilâllerde parmağı vardı. Özel olarak Harvard’da yetiştirilmiş bu istihbarat elemanı, genlerinde başka hükümetlerde darbe yaptırma hastalığı taşıyordu sanki…
Nadiall Fergusson bir İngiliz gazeteci… Henry’nin biyografisine tam on sene önce başlamış. Bir Amerikalı yok muydu bu biyografiyi yazacak… Nadiall, Amerika’nın Kissinger döneminde aldığı yaraların hâlâ taze olduğunu, kendisiyle yapılan bir röportajda dolaylı olarak ifade ediyor. Esasında; yüzlerce kitap yazıldı Kissinger hakkında. Bazıları da biyografi niteliğinde… Bize göre, Kissinger’in fikir babalığını yaptığı gizli Troçkist devrimciliğini yapanlar; tarihin, üstadlarının yüzüne sürdüğü kanlı lekeyi silmek için bu kapsamlı çalışmayı yaptılar. Bin yüz küsur sayfalık bir eser… Fergusson’un Arap baharında başkan olan Obama ile Latin Amerika devrimlerini yaptıran Henry’yi mukayesesi buradan kaynaklanıyor olmalı.
MEŞHUR KİSSİNGER…
Onu meşhur eden yalnızca politik dehası değildi. Demokrasi peşindeki halklara, “devrimcilik” belâsıyla yaptığı kanlı müdahalelerdi… Bilhassa Amerika kıt’asını sömürmedeki başarısıydı… Hadiseleri kaos ve fitneye dönüştürebilme becerisiydi… 11 Eylül sabahı, ikiz kuleler vurulup binaları çökertme butonuna basıldığında, Kissinger ilk konuşanlar arasındaydı: “Bu işi El Kaide gerçekleştirmiştir. Öncelikli hedefimiz Kabil ve Bağdat olmalıdır” diyordu.
1923’te bir Yahudi anneden doğan Kissinger, 1938’de Almanya’yı terk edebilen şanslılar arasındaydı. 1944’te Berlin’e Amerikalı ajanlar arasında girmişti. Kabiliyetini keşfeden devrimciler, onu Harvard’da okutacaklardı. Dünya sahnesinde kendisinden bahsedilişi Vietnam savaşı yıllarıdır. Nixon’ı felç eden Watergate hadisesinden sonra da, başkan olmadığı halde başkanlardan ziyade inisiyatif kullanan bir dışişleri bakanı olarak tarihe geçecekti. “Kissinger’in Hıristiyan Latin Amerika ile Müslüman Arap dünyasına düşmanlığı nereden geliyordu?” sorusunu bazıları onun kökleriyle; bazıları da Troçkist kaynaklardan beslenmesiyle cevaplıyorlar. Belki de bunu en iyi bilenlerden ikisi Bernard Lewis ve Fergusson’dur.
BERNARD LEWİS’DEN NİDALL FERGUSSON’A
Fergusson’un bir zamanlar neoconların başkan adayı eski ajan Mc Cain’e danışmanlık yapmış olması, çok önemli olmayabilir. Fakat İslâm’a düşmanlıkta Lewis ve Kissinger’le paralelliği elbette tesadüfi değildir. Batılıların, hadiselerin fıtrî düzeylerde ve tesadüflere bağlı olarak iç içe geçişini tasvirdeki üsluplarını takdir etmemek haksızlık olur. Sıradan bir tarihçi, Henry Kissinger’ın isteği üzerine böyle bir girişimde bulunmuşmuş (!). Amerika’da yazar kalmamış gibi Londra’dan biri… Ve yolun sonuna geldiğini zannettikleri meşhur politikacıyı neoconların günahlarından uzaklaştırmak üzere beyanatlar da verdiriyorlar bugünlerde... Yani onu tarihe; kara lekelerden, Müslümanların feryatlarından ve kaybolan hakların iniltilerinden azade bir şekilde defnetmeye çalışmak için o kadar mahirane çalışıyorlar ki…
Kissinger komünizmi inkâr yerine “devrimciliği” benimsedi. Onun döneminde Kennedy’nin katlinden dolayı komünizm düşmanlığı en üst seviyeye yükselmişti kıt’ada. Fergusson ise, İslâm’ın komünizmden ve eski Sovyetler’den daha çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Her ne kadar hadiseyi “Siyasal İslâmcılar” olarak örtmeye çalışsa da, tıpkı Lewis gibi Müslümanları siyasallaştırıp onları maddî imkânlarla politika ve devrim sahnesine sürenlerin safında olduğunu gizleyemiyor Nidall Fergusson.