Fevkalâde netameli olan şu konuyu Ramazan-ı Şerifin ilk günlerinde yazacaktım.
Bazı arızalar ve engellerle bugüne kaldı. Anlaşılması kolay olmayan, yanlış telâkkilere son derece açık bu mevzuyu haftalık köşe yazılarına sığdırmak mümkün değil. Evvelâ Kemalistlerin Nurcularla mücadelesinin tarihî seyrini bilmek gerekiyor. Belki ondan önce, Said Nursî Hazretleri’nin 16-17 yaşlarından itibaren peşine düştüğü Medresetüzzehra hikâyesine, bu medresenin misyonuna ve bu istikametteki teşebbüslerine bakmak gerekir. Bu hususta, Sultan Abdülhamid Han’dan sonra, Ankara’da 1922’de yapılan rüşvet tekliflerinin mahiyetini öğrenmemiz lâzım. Hatta Kemalist nifakın; zamanın seyri içinde metot değiştirerek Nurculara karşı yürüttüğü amansız mücadelenin zirvesi 12 Eylül İhtilâli ve sonrasını tahlilden yoksun olanlar, bu konuyu anlamakta zorlanırlar.
Demokrat ve ahrar hükümetleri, 12 Eylül’ün zakkum meyveleri olan hükümetlerle karıştırmaları, ihtilâl öncesinde devrim kanunlarına dayanarak yok sayılan dinî cemaat ve sivil toplum kuruluşlarının, ihtilâl sonrasında akçeli işlerle biat ettirilmesi ve daha önemlisi; 12 Eylül’ün Türkiye ve Asya demokrasilerine Kemalistlerce saplanmış zehirli bir hançer olduğu nazara alınmazsa, yanlış anlayışların itirazları elbette devam edecektir.
VAN SERHAT LİSESİ’NDEN GÜNÜMÜZE…
12 Eylül ihtilâlinin nifaktaki derinliğini günümüze anlatmak iyice zorlaştı. Dip dalgalarının günümüzdeki hürriyetleri, demokrasi kurumlarını ve temel insanî değerleri yıktığını ancak mevcut Kemalist arka planlı siyasal İslâmla hipnotize edilmemiş, okuyabilen insanlara anlatabiliriz.
İhtilâl sonrasında, siyasal İslâmcı Özal ve kadrosu zamanında, Kemalizmi her işin amentüsü yapan ihtilâl konseyinin gölgesinde, Anadolu’da Nurcular ve diğer dinî cemaatler arasında Kur’ân kursları, medreseler, yurtlar, özel okullar ve hatta tekyeler suretinde dağıtılmış rüşveti anlamak için, o günlerde mantar gibi yerden fışkıran binlerce maddî müessesenin köklerine inmek gerekiyordu. 12 Eylül öncesinde anayasanın 163. maddesiyle dindarları mengenesinde tutan Kemalistler; ihtilâl sonrasında Türkiye’de ve Avrupa’da dinî cemaatlerin yardımına neden koşmuşlardı ki…
12 Eylül öncesinin fukara medreselerinde yağsız çorbalara birlikte kaşık salladığımız birçok arkadaşımızı; ihtilâl sonrasında mükellefçe tefriş edilmiş hayır müesseselerinin başında bulduğumuzda, biz de hayrete düşmüştük. O günlerde, arkalarında hayır sahiplerinin olduğu iddia edilen özel bir okul açılmıştı Van’da. Müessesenin bir kısım Nurculara ait olduğu söyleniyordu. Bu özel eğitim kurumunu Bediüzzaman Hazretleri’nin Medresetüzzehra’sı olarak ilân edenleri, bir de 2016’nın maziye bakan tepesinde seyretmek lâzım değil mi?
ZEHRA ÜNİVERSİTESİ’NDEN ÖNCE DEMOKRASİ…
Zahirperest Haricîlik düşüncesi, Asr-ı Saadet’ten beri yakamızı bırakmadı. Bediüzzaman’ın istediği ve teşebbüs ettiği gibi Van Denizi’nin kenarında, Artemit’te Zehra Üniversitesine hükümetimizce geniş bir arazi tahsis edilmişmiş. İşin en ilginç tarafı da, hükümet nezdinde, Risale-i Nur’un bandrol meselesinde çalışarak tam 666 gün Nurların basım ve yayınını yasaklatan kişi, vekil sıfatı ile bu projeyi halka ilân ediyor. Diyorlar ki: Sultan 2. Abdülhamid’e, Sultan Reşad’a, Birinci Meclise ve Demokratlara projesini anlatan Said Nursî’ye AKP hükümetinin sahip çıkması kötü mü olmuş?!..
Şu sorunun karşılığını birkaç soru ile verelim:
1- Üç dönemdir iktidarda bulunan Kemalizm destekli siyasal İslâmcı kadrolar, kendilerine rey veren bazı Nurcular tarafından yüzlerce Medresetüzzehra raporları ve kitap verildiği halde, gerek Doğu politikalarında ve gerek genel eğitim politikalarında; icraat olarak bir gün dönüp Bediüzzaman’a baktılar mı?
2- Düne kadar Nurcu olarak parlatıp yere göğe sığdırmadıkları ve devletin imkânlarıyla büyüttükleri bir cemaati paramparça ederken, güya Bediüzzaman’ın hatırasını yad etmeye çalışıyorlar. Bu ne kadar etik olabilir?
3- Paralel diye savaş açtıkları cemaate karşı, Nurlarla irtibatlı diğer cemaatleri imkânlara boğmak ve bu çerçevede hükümete biat etmiş kişilerin elleriyle Nurculuğa el atmak ne kadar doğrudur?
4- Haklı olarak Nurcular diyorlar ki; Amerikan demokratları ve AB karşısında Kemalistler, içerde ise batmaktan kurtulmak için tayfalarını denize atan siyasal İslamcılar, dönüp tekrar Bediüzzaman’a sarılıyorlar. Siyaseten dahi olsa şu hal ne kadar ahlâklı olabilir?
Medresetüzzehra’nın sembolik maddî coğrafyasında yangınlardan çıkan dumanların gökyüzünü kararttığı bir zamanda; Van’ın, Bitlis’in, Diyarbakır’ın can emniyeti için İstanbul yollarına düştüğü şu deveranda ve yargının tamamen siyasallaştığı bir dönemde; Zehra Üniversitesinden önce demokrasiyi konuşmamız lâzım. Günümüzün Doğu manzarasında, elbette yalnızca AKP sorumlu değil. Zaten biz de AKP’den ziyade Kemalizm’den bahsediyoruz.
Kemalizmin fitnesini derinleştirmek, İslâm cemiyetinin ittihadını parçalamak ve İslâm birliğine giden yolları kapamak üzere global dinsizlerin destekleriyle dağıttığı rüşvetin artık sistematik hale geldiğini görenler, kırk seneye yakındır ülfet peyda ettiler. Dinî cemaatleri rüşvetle aslî istikametlerinden çıkardıktan sonra şuursuz birer alet olarak kullanmak daha kolaymış. Tıpkı Çingiz Han gibi…
Çözüm olarak iki hususu hatırlatmak istiyoruz: Şu mübarek Ramazan-ı Şerifin son 15 gününü şefaatçi yaparak istiğna orucuna niyetlenen ve geçmişlerindeki hataları için istiğfara duranlar, elbette Kemalizmin şu ahlâksız oyunlarını bozacaklar. Ve vatanın, milletin, İslamiyetin kurtuluşlarına vesile olacaklardır, inşallah…