"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kimlikler tevhid’in nişanesidir...

Şükrü BULUT
09 Ocak 2015, Cuma
Kimliğe “mahiyet-i şahsiye” demenin ne kadar doğru olduğuna okuyucularımız karar verecekler.

Doğu kültüründe bu nam ile anılan kelimenin Batıda daha çok İdentiteat olarak telâffuzunun da doğruluğu tartışılacaktır. Zira eşyanın mahiyeti meçhul kalınca, kimlik manasına eşdeğer bütün lügatlerdeki karşılıkların yerlerine oturmayacakları bir vakıa… İlmin Nübüvvet metropolünün kapısı İmam-ı Ali; “Bana eşyanın hakikati öğretildi” derken, kimliğin veya kimliklerin bitamamiha anlaşılamayacağı hakikatiyle karşılaşıyoruz.

Yaratılışın Atlası olan Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı âyetleri incelediğimizde, Allah’ın eşyayı, hayvanatı, bitkileri, ruhaniyatı ve herşeyi bir mahiyet ile yarattığını anlıyoruz. Ruh ve şuur sahibi yaratılmışların dışındakilerinin kimliklerini temsil eden “müekkel meleklerin” varlığı, her yaratılmışın farklı bir kimliğe sahip olduğunu göstermiyor mu? Ömrünü kar taneciklerini, kıyıya vuran dalgaları; kelebek, arı ve karınca gibi hayvancıkları ve hatta mikroplar âlemini, bakteri ve virüsleri fotoğraflamakla geçiren ilim adamları da, her bir varlığın farklı bir kimliğe sahip olduğunu ispat ediyorlar. Allah’ın zatî sıfatlarından olan İrade de farklı yaratılış ve kimlikleri bize haber veriyor. Bediüzzaman Hazretleri, tevhidi Kur’ân âyetleriyle izah ederken, vahidiyet içinde ehadiyyeti çeşitli misallerle anlatıyor. Aynı çeşitteki bütün çiçeklerin vahidiyeti göstermesine mukabil, her  çiçeğin diğer arkadaşlarından farklılıklarının da ehadiyeti gösterdiğini mealen ifade ediyor. 

Belki de kimlik için aradığımız en uygun kelimeyi ehadiyet coğrafyasında bulacağız. Sonsuz irade sahibi olan Allah’ın, ilk yaratılıştan son yaratılışa kadar halk ettiği her şeye farklı bir mühür basması, üstüne kimliğini tuğra gibi işlemesi ve o yaratılanları birbirine karıştırmayan bir temyiz ortaya koyması “farklı kimlik” gerçeğini kendi sonsuz irade ve kudretiyle; biz akıllı, vicdanlı, şuurlu geçinen kullarına gösteriyor.

KİMLİKLERE İLK MÜDAHALE...

Müdahale dışarıdan yapılır. Yaratılışa müdahale… Onun yarattığı insanlara ve diğer mahlûkata müdahaleyi isyan ile eş tutanlar da vardır. Bazen insan cehaletinden sebep olduğu müdahalenin mahiyetini bilmeyebilir de...

Kimliklere müdahale konusu, ister istemez hürriyet ve istibdadı  tedai ettirecektir. Yaratıcının sonsuz güzellikte, sonsuz düzende, sonsuz ölçüde ve sonsuz hikmetle yarattığı şu dünya ve içindekilere müdahalenin “İNSAN”dan geldiğini biliyoruz. Zira en cahil ve en zalim derekeden hilâfet derecesine kadar yetkilendirilen insanın, hürriyet ve istibdat arasındaki dengeyi tutturamamasından müdahale doğuyor. Müdahalenin veya istibdadın, insanın hayvanlık yönüyle alâkalı bir husus olduğunu “İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da (istibdat veya müdahaleyi) beraberinde getirmişler” cümlesinden öğreniyoruz (Münâzarât, s. 37). 

İlk kimlik krizini cennetteki melaike imtihanına götürenler çoktur. İlim adamlarının sahalarına girmeyeceğiz. Âdem babamızın (as) oğulları Habil ile Kabil’in kavgasının da bir kimlik kavgası olduğunu yazanlara hak veriyoruz. Peygamberleri anlatan Kur’ân kıssaları incelendiğinde; hak, adalet ve hürriyet tarafında bulunan ve kimliklerin bağımsızlığını savunan nebîlerin uğradıkları zulümler, içimizi burkar. Derin hüzün ve ıztıraplar içinde kıvranarak okuduğumuz o hikâyeleri bize ders verirken Kur’ân, kimliklerin karşısına dikilmiş zalimlerin acı akıbetlerini de haber verir. Nefis, şeytan ve hissiyatla küfre sarılan insanların, hemcinslerini insanlık kimliklerinden nasıl mahrum bıraktıklarını, yerdeki sürüngenlere bile reva görülmeyecek zulümlerle insanları hayvanlaştırmak istediklerini; dünyamızın vahşet, kölelik, esaret ve ücretliler dönemindeki dehşetli kavgalarda bütün detaylarıyla seyredebiliyoruz. Tarihteki kimlik düşmanlığını “istibdat” kelimesi ile anlatmak belki de en doğrusudur. Nemrut’un zulüm ve istibdadından Firavun’un istibdadına kadar yapılan vahşî muamelenin önemli bir amacı, hâkim kimliğin dışındakileri yok etmek değil miydi?

KİMLİKLERİN ALTIN ÇAĞI...

İstibdadın cehalet ve dinsizlikten aldığı kuvvetle insanî kimliklerin üzerine zifiri karanlıklarca çöktüğü dönemin sonuna, Müslümanlar “Asr-ı Saadet” ismini vermişler. Minnacık ve masum kızların kimliklerinden ötürü diri diri toprağa gömüldüğü, köleleştirilmiş insanların, ahırlardaki hayvanlardan daha adi muameleye maruz bırakıldığı dönemde, insana insanca yaşama inkılâbını getirmiş Peygamber ve Kur’ân… Kız çocuklarının, kölelerin, fakirlerin, zayıfların ve mağdurların bayramı da deniyor bu döneme... Baştan başa hürriyet prensipleri mecmuası olan Kur’ân’ı  o döneme uygulayan Hz. Muhammed’e (asm) günümüz Müslümanlarının ihtiyacı o kadar şiddetli ki... 

Bu asırda, aynı cemiyette coğrafyaların, ırkların, kültürlerin, dinlerin ve daha doğrusu kimliklerin iç içe alabildiğince hür yaşadığını öğrenen Avrupalılarda İslâm’a sevgi çoğaldıkça, kimlik düşmanlarının Müslümanlara olan hıncı da artacaktır. Bu psikolojik bir kuraldır. İstibdat, kimliğinin gereğini ortaya koyuyor. Hz. Muhammed’in (asm) çevresinde Suheyb-i Rumî’yi, Bilâl Habeşî’yi, Selman-ı Farisî’yi, Ninovalı Addas’ı (r.anhüm) kendi dilleri, kültürleri ve imanlarıyla görenler, tevhidin sosyal hayattaki bayraklaşmasıyla karşılaşıyorlar.  O asrın bahtıyar insanları, kimlikleri inciten ifadeleri en büyük sosyolojik günah olarak görmüşlerdi.

BAŞKA KİMLİKLERE İLİŞMEDEN, KİMLİĞİNİ İNŞA ETMEK...

Avrupalı dostlarımızın mutlaka bilmeleri gereken önemli bir husus, Hz. Muhammed’in (asm) kendisinden önceki kimliklere barış içinde hayat alanı açmasıdır. Getirdiği sistemin kimliğini kimseye dayattırmadan... Hatta insanlığa zararlı olan alışkanlıkları da tedricî olarak kamuoyunun sevgisini kazanarak ortadan kaldırıyor. İnsanî çerçeve, insanî değerler ve insanî kimliklerle İslâmî kimlikler arasındaki farkın yalnızca “iman” olduğunu bilenler, bu hakikati daha çabuk kavrarlar. Bir kısım dinsiz ve sefih Avrupalının alkol, uyuşturucu, sihir, faiz, zina ve gıybeti kültür veya kimliğin bir parçası olarak görmeleri, onların insanı anlayamadıklarını ve insaniyeti öğrenemediklerini gösteriyor. Onların mantığı hırsızlığın, katlin, zulmün ve ırkçılığın da birer kültürel değer olmasını gerektirir. Bu ise insanlığın kendi elleriyle sonunu hazırlaması anlamına gelir.

İslâmiyet, Âdem babamızdan Hz. Muhammed’e (asm) gelen süreçteki aslî kimliğini Kur’ân’la yeniden inşa etmiştir. Tahrip olmuş, unutulmuş ve zamana mutabık gelmeyen unsurları Kur’ân ve hadis çerçevesinde yeniden teşkil ettirmiştir. Yukarıda arz ettiğimiz üzere, insanlığın sınırlarını tecavüz etmemek kaydıyla, kendisinden önceki kimliklere  barış içinde yaşama hakkı sağlamıştır.

Bu böyle olmasaydı; Musa’dan (as), belki ortak Peygamberimiz İbrahim’den (as) günümüze gelen İskenderiye, Kudüs, Şam, Antakya, Mardin, Musul ve Harran hâlâ bütün kimlikleri, sembolleri ve kültürleri birlikte bağrında toplayabilir miydi?

Okunma Sayısı: 1813
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Demokrat Avrupa

    9.1.2015 11:17:52

    Bilhassa su anda bulundugumuz zor zamanlarda Islam`in baris dini oldugunu tekrar tekrar yazma ihtiyaci doguyor...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı