1968’lerin Che Guera’sını 2000’lerin Üsame bin Ladin’i ile mukayese edenlere siz de şaşırıyor musunuz?
Fakir Lâtin Amerika’sını terörize edenlerle Demir Perde’nin yıkılışından sonra İslâm coğrafyasını terörize edenler aynı cereyana mensup iseler, taaccüp etmemek gerekir, değil mi? Doğrudur. Leo Troçki’nin, Vladmir Lenin, Vera Schmidt’in veya Sigmud Freud ve Wilhelm Reich gibi marksist teorisyenlerin vatanı Kuzey Avrupa idi. Troçkist Henry Kissinger’in yüksek gayreti olmasaydı, tarih Che’den bahsetmeyecekti, belki. O dönemin neoconları tezgâhlarını Lâtin Amerika’da kurmasaydılar, Orta Amerika’nın ve hatta Güney Amerika’nın fakir ülkeleri marksizmin kucağına düşerler miydi?
DİNSİZ İHTİLÂLCİLERİN DAYANDIKLARI TEMELLER
Avrupa’nın Aydınlanma’dan materyalizme geçiş hikâyesi yeniden yazılacaktır. İç savaşlarla tam dörtyüz sene boğuşmuş ve bîtap düşmüş kilise mağlûp olunca, idarenin kaba dinsizlerin eline geçtiğini yine Avrupalılar söylüyorlar. Marksizm ile Freudizm’in paralel yürüdüklerini Avrupa solu gizlese de, ikisini yeni bir felsefede birleştirmeye çalışan Karl Popper, hakikati dolaylı olarak açıklayacaktı. Hürriyet maskesiyle materyalistliğini gizleyen neoliberal çizgi, sosyalizm kapitalizm senteziyle zamanımızın kıyılarına çıkıyorlar.
Sigmud Freud’un Musevî sermayedarların yardımlarıyla tam yedi kez “Uluslararası Psikoloji Konferansı” düzenlediğini bilmeyenler, Troçki ve yoldaşlarının ihtilâllerinin büyük ölçüde Freudizm ve onun türevleri olan sair materyalist tıp, fizik, biyoloji, sosyoloji ve tarihçilerin dinsiz felsefelerinin üzerine oturduğunu elbette çıkaramazlar.
Kemalizmin alt yapısı yalnızca Paris ve Londra’dan getirilmemişti. Viyana Okulu’nun da katkısı vardı, fakat asıl inşaasında çalışanlar, Selânik ve Manastır gibi o günün önemli kültür şehirlerinde oturan Sabetayistler ve dönmelerdi. 1923’ten sonraki devrimleri gerçekleştirenlerin, çocukluklarından beri İslâmî itikad ve ahlâk karşıtı yetiştirildiklerini rahatlıkla söyleyebiliyorsunuz. Bu hususu daha detaylı bir şekilde Emel Akal, 2002 yılında neşrettiği Millî Mücadelenin başlangıcında M. Kemal, İttihad Terakki ve Bolşevizm isimli eserinde izah etmiştir. Şu dinsizlik ve nifak üzerine kurulu ihtilâller zincirinin hangi kuvvetli halkasını incelerseniz, onları yetiştiren fikrî altyapılarla, filozoflar ve düşünürlerle karşılaşırsınız. Zamana göre fikirlerine yeni elbiseler giydiren, yeni yeni sloganlar icat eden ve yeni kimlikler devşiren saldırgan dinsizliğin sıfat ve karakterlerini bilenler, düşünceyi ilk filizlerinden tanır ve meyveyi beklemezler. Bedîüzzaman ise zakkumu çekirdeklerinden tanımış ve kimler tarafından hangi coğrafyalara ekildiğini de bize haber veriyor.
Stalin’in şerrinden M. Kemal’e sığınan Leo Troçki’yi Kemalistler Kızıl Rejimin korkusundan Meksika’ya göndermişlerdi. Troçki’nin Latin Amerika’da öldürülmesiyle, ihtilâlci materyalizmin veya neoconservatizmin bu coğrafyada tezgâhını kurmasına sebep gösterilebilir mi? Troçki gibi aslen Yahudî olan Henry Kissinger’in bu tezgâhlarındaki çalışmalarında Che ve arkadaşları hortlayacaklardı. Kemalistlerin Anadolu’daki çalışmalarının neticesinde ise Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve arkadaşları silâha sarılacaklardı. Giyim, kuşam ve ifadeleriyle aynı tezgâhtan çıkmış gibi Avrupa’da Andreas Baader, Dieter Kunzelmann ve Meinhof çetesi sahne alacaklardı. İsimleri RAF’tı, DEV SOL’du, PARTİZAN ve daha nice adlar altında aynı düşünceyi beş kıt’ada terörle seslendiren gruplardı. 1968’li olarak da bilinen bu din karşıtı teröristlerin aynı tarihlerde ihtilâle kalkışmalarını yalnızca zamana, mahalli yapılarına ve tesadüfe verenler, dünyamızın ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu ölümcül felâketi idrak edemeyecekler, gibi...
ZAMANIMIZA GELİNCE...
Hıristiyanlığı kıt’a Avrupa’sında mağlûp ettikten sonra globalleşme istidadı gösteren ihtilâlci materyalizm ağacının meyvelerini tarih içinde saymaya ve göstermeye gayret ediyoruz. Karl Marx ile Samuel P. Huntington’ların en önemli ortak özelliklerinin başında “çatışmacı-fitneci” olmalarıydı. Her ikisinin de Yahudî olmaları bizi fazla ilgilendirmiyor. Zira dinimiz, insanları ırkları, coğrafyaları, aileleri ve çevreleriyle birlikte mahkûm etmemize müsaade etmiyor. Aklî ve bilimsel olmadığı da bir vakıa...
Dünyamızın ikinci milenyumun başında yaşadığı felâketlerin çekirdeklerinin, Amerika yönetiminin güvenlikten sorumlu başkan yardımcısı Zbigniev Brezenski zamanında ekildiğini söyleyenler, onun Huntington ile birlikte yaptığı gizli çalışmaları nazara veriyorlar. BOP 11 Eylül İhtilâli ve onları takip edecek sürecin bunlar tarafından İslâm coğrafyasına kaydırıldığını ayrıca bir yere not etmemiz gerekiyor.
Samuel ve Francis, Batı kültürü ile Doğu kültürlerini savaştırarak kıyameti getireceklerdi. Huntington bizden önce kıyamete giderken Fukiyama da bilim ve insanlıktan özür diledi. Amerika ve Avrupa’da, kısmen Avustralya’da bu ayrışma ve çatışmaya çalışan belli yazarları ve ilim adamlarını az çok biliyorsunuz. Daniel Pipes’ten Hollandalı Wilder’e kadar Kuzey Avrupa’da sahne alan PEGIDA’nın Almanya’daki geçmişini takip etmeyenler, bu hareketin ansızın ortaya çıktığını zannedebilirler. Ahlâk karşıtı Westerwelle ile Merkel’in derin çalışmaları; Almanya’yı sosyal devlet, ahlâk, iç düzen ve ekonomik cihetleriyle tahrip ederken, PEGIDA’nın bugünkü yoldaşları Köln’de ve Bonn’da İslâm karşıtı siyasî hareketler kuruyor ve camilerle başörtülü kadınların resimlerinin üzerlerine çizen plakatları şehirlerin meydanlarına asıyorlardı. Yani şu çatışmacı fikirleri yumurtlayanlar kadar, kuluçka dönemini titizlikle himaye eden idareciler de sorumludur. İslâmiyeti Avrupada tartışılır hale getiren ve İslâm’a sahip çıktığından dolayı bolşeviklerce afaroz edilen Cumhurbaşkanına sahip çıkmayan 11 Eylül’ün siyasal tortularını PEGIDA’dan uzak tutmak çok akıllı bir hareket olmasa gerek
İHTİLÂLCİ MEDYA...
Basın, gazete, ideolojik san’at veya medya tarih boyunca ihtilâlcilerin en önemli ayağı ola geldi. Troçki yalnızca Kızıl Ordu’yu inşa etmedi Rusya’da... Kızıl Ordu’nun üzerine kurulduğu fikirler, Amerika, Asya, Avrupa ve hatta Afrika’daki kızıl basınca propaganda edilmişti. RAF’ın militanları aynı zamanda kızıl basının da mensuplarıydı. Fakat, hem Avrupa’da ve hem de Türkiye’de belli isimlere veya ailelere ait gazetelerin ihtilâlcilere verdiği desteği tarih teferruatıyla kaydediyor. Alex Springer Grubu kadar; Murdoch’un bizdeki Yunus Nadi’lerin, Simavî’lerin ve Koç’ların bu ihtilâllerin gerçekleşmesinde payları vardır. Paris baskınını bahane ederek İslâma ilk saldırının meşhur medyacı Murodch’tan geldiğini bilenler, Amerika’dan Asya’ya kadar ve hatta Hint Okyanusuna komşu Katar’daki El-Cezire’ye kadar yüzlerce gazete, TV ve derginin Marksist ihtilâllere harıl harıl çalıştıklarını geçen zamanlar çerçevesinde öğrendik. Arap Baharı ihtilâllerinin medya kapitali Doha’dan akmıştı. Oraya nereden aktığını varsın araştırmacılar öğrensinler.
Dünde kamuoyunu yanına çekmek için gazete ve ekranları kullanan ihtilâlciler, bugün yoğunca sosyal medyayı kullanıyorlar. GENE SHARP’ın Yale Üniversitesinin laboratuvarında bulduğu “ihtilâlin bilişimci” ayağını, şu anda en etkin kullananın PEGIDA olduğunu Avrupa görüyor. Cehalete mağlûp ve yeteri kadar teknolojiyi tanımayan Arap Dünyasını iğfal eden Marksistler AB’yi de iğfal edebileceklerine, insanları sokaklara dökerek devrimin saatini olgunlaştıracaklarına inanıyorlar. AB ile Güney Amerika ve Afrika farkını zaman gösterecek.
NETİCE
Okuyucularımızdan “neocon ve neoliberal” cereyanlarının manası ve mahiyetlerini merak edenlerin bu yazıyı 26 Ocak’ta neşrolunan PEGIDA yazısıyla birlikte okumalarını önemli buluyoruz. Renkleri, isimleri, zamanları, öncelikleri, coğrafyaları ve ırkları farklı olsa da dâvâları aynı olan ihtilâlci materyalizmi bir bütün olarak değerlendirmek durumundayız. Karşımıza El-Kaide ve IŞİD olarak çıktığı gibi; Arap Baharı, Boko Haram, El-Nusra veya Eş-Şebab olarak da çıkabilir. Dünkü RAF’tan bugünkü PEGIDA’ya olan zamana göre değişimi anlayamayanlar, Avrupa agresif ateist hareketinin İslâmiyet diye bir derdi olduğunu zannediyorlar. Hz. İsa’yı (as) rehber edinenlerin kurduğu AB’ye açıktan savaşın erken olduğuna inanan dünkü Marksistler, evvelâ AB’nin etrafını veya altını boşaltma mücadelesi veriyorlar; vatanseverlik, Rusya düşmanlığı, çatışmacı Avrupa tarihine başvurmaları ve direkt kilise ile tutuşmamaları hep bundandır. Ayrıca onların istidraca varan öngörüleri de onlara gösterdi ki; İslâmiyet ve insâniyet ortak paydasında ittifak etmiş I. Avrupa karşısında erime sürecine girdiler. Panik başladı. Onbinlerce Avrupa çocuğunu Suriye ve Irak’a ölüme göndermelerinin arkasında da bu hareket yatıyor. Kısmen siyasallaşan PKK’nın içi de boşalınca, Barzani de bir şey yapamaz oldu. Şaron’un yoldaşı Netanyahu ise AB’nin tokatlarıyla sarsılıp duruyor. Global dinsizler de diyebileceğimiz neoconların, neoliberallerin, Kemalistlerin ve faydasını insanların zararlarında arayan küresel menfaat gruplarının çeşitli cephelerden Avrupa’ya saldırışlarının bizce yegâne sebebi, mağlûbiyet sürecinin onlara yaşattığı paniktir... Diğer hususları ve unsurları teferruat olarak görüyoruz.