Ülkemizin içinden geçtiği sürecin hassasiyeti, bizi endişelendirdiği kadar, halkımızın demokratik refleksi de bizi mutlu ediyor. Bütün duâlarımız vatan, millet ve dinimize bir zarar gelmemesi istikametinde yoğunlaşıyor.
Tarihin ”15 Temmuz kalkışması” olarak kaydedeceği darbe girişimi, artık ülkemizde darbe-marbe olmaz iddiasındaki siyasetçileri çok ağırca tekzip etmiştir. Demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla Yurdumuzun en ücra köşelerine yaygınlaştırılmasına kadar, her türlü iç veya dış destekli müdahalelere karşı teyakkuz halinde olmayı tavsiye edenleri, zaman bir kez daha haklı çıkarmıştır.
Darbe kelimesinden önce Türkçemizde ihtilâl kelimesi daha çok kullanılırdı. Büyük Fransız İhtilâli’nden ruhunu alan bu kelimeye karşı insanlık devamlı bir tepki içinde olagelmiştir. Bu kelimenin, birçok menfi manalar gibi Batıdan bize gelmesi, uğradığımız sıkıntıların çoğunlukla Avrupa orijinli olduğunu gösteriyor. Tahrif edilmiş Hıristiyanlığın Avrupa’daki sosyolojik süreçleri, kilisenin tahakkümü ve felsefenin genel anlamda burada semavi dinlere karşı giriştiği mücadele “ihtilâl veya revolusyona” müsbet manalar yüklese de, bizde bu kelime hep bozgunculuk, isyan, düzene başkaldırı, anarşizm ve hukukun üstünlüğünü tanımamak anlamlarında kullanılmıştır.
ASKERÎ İHTİLÂLLER
İhtilâlin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir. Coğrafyalara, milletlere göre mana değişimine uğraması, farklı tarafı olmalı. Saltanat ile idare edilen milletlerde, genellikle ihtilâlciler şehzadelerin ve taht vârislerinin etrafında toplanırlardı. Bu gelenek bizdeki Yeniçeri hadiselerine kadar devam etse de, hürriyetlerin inkişafı zamanla ihtilâlcilerin de metodunu değiştirdi. Silâhın veya gücün elinde olduğu kişiler (genellikle askerler ve bazı kurumlar) ihtilâlciler için cazibe merkezi olmuş sonraları… Bunun bizdeki en belirgin ilk örneği, 1906 yılında Selânik’te kurulmuş Hür Subaylar Derneği olmuştur. Meşhur 31 Mart ihtilâlini yapacak unsurlara dayelik yapacak bu hareketin menfi tesiri 15 Temmuz kalkışmasına kadar devam etmiş ve galiba edeceğe de benziyor.
Tarihimizde halaskâran-ı zabitan, “kurtarıcı subaylar” olarak sunulan ihtilâlcilerin en önemli sloganı, vatanı kurtarmak oldu. Vatanı milletten ve halktan nasıl kurtaracaklarını ve millete doğrulttukları namlu ile insanlığın en büyük değeri olan hürriyet ve demokrasiyi nasıl katlettiklerini, ihtilâlci askerler hiçbir zaman açıklayamadılar.
Askerin siyasete karışmasına şiddetle karşı çıkan Bediüzzaman, şefkatli ve hikmetli üslûbuyla; 31 Mart ihtilâlinde kışlalarından çıkarak milletle karşı karşıya getirilen sekiz taburu teskin edip kan dökülmesini engellemiş ve ordunun kışlaya dönmesini sağlamış. Bugünlerde onun Divan-ı Harb-i Örfi kitabını anlayacak kadar döne döne okumak gerekiyor, kanaatindeyim. Askeri ve talebeyi siyasetten uzak durmaya dâvet eden Bediüzzaman, devleti idare edenlerin de; dini siyasete alet etmemelerini ve siyasetlerinde dinî unsurları kullanmamalarını tavsiye ediyor. Umumun malı olan dinin belli bir grup veya parti elinde kullanılması, onlara karşı olanları- el iyazü billah- din ile karşı karşıya getirebilir. Bu ise dine verilebilecek en büyük zarardır.
İHTİLÂLİ DEMOKRASİLER ÖNLER…
İhtilâlcilerin kalkışmalarında istifade ettikleri “hürriyetlerin yanlış kullanılması”nı bahane ile hürriyetleri kısıtlayanlar, daha dehşetli ihtilâllerle karşılaşmışlardır. Kanunların boşluklarından istifade ediliyor diye Amerika’nın 11 Eylül’de başvurduğu olağanüstü hukuksuzluklar terör ve anarşiyi maalesef küreselleştirdi. En büyük zararını da yine Avrupa ve Amerika görüyor. Demokrasiyi daha itinalı inşa ederken kanun boşluklarını millî iradenin isteği doğrultusunda düzeltmekten başka bir çarenin olmadığına, yine tarih şahittir. Demokrasiyi istemeyenlerin, gidişatı ihtilâllerle menfaatleri istikametinde dizayna kalkıştığını esas kabul ettiğimizde, ihtilâllerin panzehirinin yine demokrasi olduğunu anlıyoruz. Buna en güzel şahit İskandinavya demokrasisidir. Norveç’in başına gelen ve yüze yakın evlâdını kaybettiği felâket, onları daha fazla demokrasiye yöneltmişti.
15 Temmuz’a karşı, idarecilerimiz daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk, daha fazla millî iradeye müracaat etmeli. Bilhassa Meclisteki bütün partilerin bu ihtilâl kalkışmasına karşı kenetlendiği şu günlerin imkânını demokrasi lehinde kullanmak gerekiyor. Demokrasimizin önündeki bütün engelleri (Seçim kanunu, 12 Eylül hukuku, 28 Şubat tortuları ve mutlaka AB’ye uyumlu hale getirilmesi lâzım gelen konular gibi…) Meclisin üstün iradesiyle aşmamızın tam da zamanı. Bu millî demokrasi teyakkuzunu değerlendiremeyen siyasetçileri, ihtilal peşindeki iç ve dış odaklar rahat bırakmazlar.
Burada vurgulamak istediğimiz 3-5 noktayı da kaydedelim. İhtilâlci bir kısım askerlerimizin kullanılması hem sivil idare ve iradede ve hem de bürokraside TSK’yı rencide edebilecek fiil, söz ve telâkkilere müsaade edilmemeli. İslâm ile demokrasi arasındaki şu güzel konsensüs bazı ifrat hareketlerle tahrip edilmemeli. Halkta paniğe sebep olan sosyal medyadaki yanlış bilgilendirmeler infiale sebep oluyor. İster istemez Arap baharı fobisini tedai ettirdiğinden, halkta derin travmalara yol açıyor. Hükümetin son on beş senelik icraatları Türkiye’nin dünyadan bağımsız ve yalnız başına global siyasetler takip edemeyeceğini gösterdi. Dünya dengelerini esas alan, millî menfaatlerimizden taviz vermeden dahil ve hariçte barışı birinci mesele yapmış ve temel hürriyetlerde bütün halkına adaletli davranan siyasetlerle şu kaosları daha rahat atlatacağımıza inanıyoruz.
Halkı sokağa alıştıran idarelerin, kendi elleriyle iktidarlarını kendilerinden daha popülist sivil ihtilâlcilere kaptırma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklarını hatırlatmak da burada önemlidir. Devletimizin itidalli, soğukkanlı, adaletperver, şefkatli ve çok dikkatli bir duruşla, Türkiye’yi karıştırmak isteyen odaklara fırsat vermeyeceğine inanıyoruz.
Duâlarımız bu istikamette…