Fransa’da neoconların oynadığı senaryonun daha öncekilerinin devamı olduğunu, neticeleri itibariyle görmeye başladık.
Aynı tezgâhın mamulü olunca ister istemez bazı yazarlar olayı Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak tanımlamaya çalıştılar. Bu mevzu ile alâkalı daha önceki yazımızı dikkatle incelediğinizde, bu tedhiş hareketinin 11 Eylül’ün bir devamı olduğunu rahatlıkla göreceksiniz. Cinayetin failleri olarak kamuoyuna tanıtılan Cezayir kökenli Şerif ve Said kardeşlerin öldürülmeleri, aynı tezgâhın uzantılarının Türkiye’nin doğusunda katlettiklerini kuyulara atıp üzerini inşaat harcıyla doldurmalarına o denli benziyor ki... O kardeşlere atfen otomobilde unutulduğu iddia edilen pasaportlarda bu faillerin boyu 1.67 gösterilirken, cinayet şahitlerinin ifadelerinde ise, baskını düzenleyenlerin 1.80 boylarında, asker yapılı fevkalâde eğitimli oldukları belirtilmişti.
Demokrasiye saldırılmıştır Paris’te. Fakat maalesef hangi cenahın saldırdığını Fransa Emniyeti ortaya koyamadı. Yani siyasî irade, Fransız demokrasisi bu olayla neoconlar karşısında bir sıfır mağlûp düştu. New York’ta, Madrid’de, Londra ve Solingen’de düştüğü gibi... 1970’lerde Türkiye Emniyeti, aynı mihraklarca tezgâhlanan cinayetin faillerini her yerde aradığı halde bir türlü bulamıyordu. Zira onlar Orta Doğu Tekniğin bahçesinde gerilla eğitimi veriyorlardı genç üniversitelilere… Fransa İçişleri Bakanı yetmiş bin polisi seferber edip, hareketin başına da en güvendiği elemanını geçirmesine rağmen, operasyonlar hedeflerinden sapıyor ve zavallı emniyet müdürü de intihar ediyor!... Mesai arkadaşları, müdürün psikolojikman çok sağlıklı olduğunu ve intiharının mümkün olmadığını söyleye dursunlar… Anlaşılıyor ki, Paris’te ikinci bir Sefiller oyunu oynanmış. Bu hadisenin komiseri de Javert gibi intihar ediyor… Charlie Hebdo’da yüzlerde soru yumaklaştı ve bu yumakları II. Avrupa Şerif ve Said kardeşlerle birlikte gömdü. Demokrasinin yeni bir otopsiye gücünün yetip yetmeyeceğini önümüzdeki zamanlar gösterecek. Umarız ki, Hollande’ın demokratik çizgisi Sarkozy’nin antidemokratik çizgisine fırsat vermez.
İSLÂMA YANLIŞLARLA HÜCUM
Paris cinayeti Avrupalılar açısından güzel bir imtihan oldu. Daha önceki benzeri provokasyonlarda, medya rahatlıkla İslâm ile terörü aynı kefeye koyabiliyordu. Bu defa o yanlışa düşmedi… Başta kilise olmak üzere siyasetçi kanadı, gazeteler ve fikir adamları yapılması gerekeni yaptılar… Belki de; Orta Afrika’da Boko Haram’ın, Kenya ve Somali’de Eş Şehab’ın, Suriye ve Irak’ta El Kaide, El-Nusra ve IŞİD’in, Afganistan’da Taliban’ın ve Türkiye’de PKK’nın tamamen yeni muhafazakâr tezgâhlarda üretildiğini Avrupa aydınları görmeye başladı. Bu husus hem dünya barışı, hem demokrasimiz ve hem de Avrupa-Asya münasebetlerinde fevkalâde güzel bir gelişmedir. Nisbeten demokrasinin kontrolünde görülen gazeteler ve resmî ekranlar bu çerçevenin dışına fazla çıkamadılar… Bu defaki tahribatın daha çok sosyal medya denilen “keyfi neşriyat” boyutunda yaşandığına şahit olduk.
Sosyal medyanın yüzlerce masumun kanına girdiğini Avrupa ülkeleri göremez ve tedbir alamazlarsa, bu ateşin kendilerini de yakacağını, biz de Gorbaçov’la birlikte seslendirelim. Gene Shearp’ın yoldaşlarının çoğaldığını PEGIDA olayında üzülerek görüyoruz. Julian Assange’ın başlattığı WikiLeaks sızıntıları, Hiroşima ve Nagazaki felâketinden daha ağıra mal oldu dünyaya… Suriye’de, Libya’da, Bahreyn’de ve Yemen’de gençleri sokak tedhişine yöneltenlerin adreslerini AB yetkilileri bizden daha iyi biliyor. Charlie Hebdo bahanesiyle sosyal medya ağlarında İslâma ve Müslümanlara hakareti ve onları tehdidi, AB Emniyetinin mutlaka gündemine alacağına inanıyoruz. Avrupa’daki Müslümanlardan ziyade komünistlerle demokratları ilgilendiren bu tahrik ve tırmandırmayı idareciler durdurmazlarsa neocon ve neoliberaller yeni yeni seneryoları oynamaya devam edecekler gibi. Sosyal medyayı, bilhassa Almanya ağlarını takip edenler ikinci Avrupa’nın “cemaatî” sistemde, heyetlerde ve sistematik bir biçimde İslâmiyet aleyhinde iftira ve yanlış bilgilerle yayın yaptığını görecekler. Kur’an’daki âyetlerin zahirî manalarını, yorumla anlaşılacak müteşabih hadisleri çarpıtan ve bazı istisnaî uygulamaları genelleştiren dehşetli bir taarruz uygulanıyor İslâmiyete…
SELEFİ BAKIŞ VE KÂ’B BİN EŞREF MESELESİ…
Siyasal İslâm’ın Selefî bakışı ile Marksist ihtilâlciler arasındaki ince alâkaları daha önceki yazılarımızda belirtmiştik. İslâm coğrafyasında Müslümanlara vatanlarını dar ettiren ve oluk oluk kanlarını akıtan terör örgütlerinin inşasında “Selefî harcı” hiç kimse inkâr edemiyor. Avrupa’daki Selefî hareketin hem Fransa, hem de Almanya hükümetlerinde koruma ve kollama gördükleri medyada hayli yazıldı çizildi. İşte bu Selefîlerin yardımı ile ortaya konulan bazı hüküm âyetleri, ancak tefsirle anlaşılacak âyet ve hadisler, yanlış bir şekilde Avrupa’daki dinsizlik enstitülerince servis ediliyor. Bir Fransız veya Almanın binlerce âyet ve yüzbinlerce hadis arasından cımbızla bazı manaları çekerek neşretmesi elbette kolay değildi… Bektaşi’ye yüz defa rahmet okutturan bu ince temyizin karşısına, inşaallah başta Diyanet’imiz olmak üzere tüm ilgililer çıkar ve gerekli cevaplarını verirler.
Bu hadise Türkiye’deki münafıklarla Paris’teki kâfirlerin de müfritane irtibat içinde çalıştıklarını gösteriyor. Annesi Benî Nadir’den, kendisi Arap asıllı olan meşhur şair Kâ’b b. Eşref’in meselesini buraya taşımışlar. Benî Nadir’in belâgat ve fesahatini Kur’ân, İslâmiyet ve Peygamber aleyhine kullanan Kâb’ın öldürülmesiyle ilgili âyet nazil olmuş, Resulullah da bu vazifeyi Muhammed b. Mesleme’ye vermiş ve anlaşmaları çiğneyen, şehirde fesahati ile anarşi ve terörü körükleyen şair hakkındaki hüküm infaz edilmiş. Münafıklardan ders alan neoliberallerin, Rahmet Peygamberi tarafından Mekke’de ve Taif’te ortaya konulan sayısız sabır, şefkat ve en azılı saldırganlara hidayet niyazı örneklerinden sarf-ı nazar edip, belli bir zamana ve belli şartlara münhasır, savaş hukukunu çiğnemiş ve hakkında vahiy gelmiş şâzz olan bir meseleyi; “İslam Peygamberi kendisini tenkit edenleri öldürme emri veriyor” tarzında gerçeklerle alâkası olmayan yanlış ve iftiralarla yaymaları ancak Medine münafıklarına ve Süfyaniyet ehline yakışır. Ayrıca, o zamandaki belâgat ve fesahatin kılıçtan daha keskin olduğunu da unutmamamız gerekiyor.
Daha sonra Asr-ı Saadetten günümüze hiçbir İslâm fakihinin bu istikamette bir fetva verdiğine ve infaz ettiğine şahit olmayan tarih, mizah dergisinin karikatüristlerinin Müslümanlarca infaz edildiğini yazamayacaktır. Selefî zihniyetin yardımı, münafıkların kışkırtması ve cehaletin meydana getirdiği ortamda İslâm’ın hukukta dört esasından olan kitap ve sünneti kabul ederken; kıyas ve icmaı reddetmenin İslâmiyetle alâkası olamaz. Bu istikametteki propagandalar da ters teperek hem bizim, hem insanlığın “doğru İslâmiyeti” daha iyi tanıyıp öğrenmesine vesile olacaktır.