Siyasal İslâm ile ihtilâlciliği yan yana getirmemize bazı dostlarımız kızacaklar. Ama onlar da tahkik ve araştırmalarını derinleştirseydiler, göreceklerdi ki; haklı hürriyet, meşrûtiyet ve demokrasinin yolunu kesen devrimci istibdat maalesef çoğunlukla siyasal İslâmı kullanarak hedefine ulaşır.
Hikâye her ne kadar Asr-ı Saadetten sonra başlasa da çerçevenin imkânsızlığından Harici ve Şia menşeli siyasal İslâmın İmam-ı Ali (ra) ve sevgili oğullarına yaptıklarını anlatamayacağız.
Mevzuya yine Bediüzzaman ve Nurcular karesinde kalarak devam etmek istiyoruz. İslâm coğrafyasında gözünü açan İslâm demokrasisi nihaline kasteden 31 Mart hadisesinin hazırlanış sürecinde hazırlanmış “siyasal İslâm” görüntülü senaryoyu, tarihçilerimiz detaylarıyla inşaallah yazacaklardır. İngiltere ve Rusya’nın öldürmek istedikleri bir devlette meşrûtiyet mi olurmuş… Üniversiteyi, hamalları, askerleri, işçileri ve medreseleri “şeriat isteriz!” sloganıyla sokağa tahrik eden Selâniklilerin elbette demokrasiyle alâkaları olamazdı. Ticani, Aczimendi ve diğer kontrollü hareketlerdeki durumu, burada da görüyoruz.
Tebdil-i kıyafet etmiş Selânikli komitacıların tek hedefi vardı: İslâm demokrasisine mani olmak ve ona can-ı gönülden çalışan ahrarları imha… 31 Mart ihtilâlinde İslâmın ve demokrasinin üstüne sel gibi akan cereyan Bediüzzaman’ı yıkmaya çalışırken, onu itibarsızlaştırma yolunda da masonların işgaline uğramış İttihad ve Terakki’nin İstanbul şubesi her çareye başvuracaktı. Militanlar tebdil-i kıyafetle “şeriatı” kullanıp, masum ve mağdurları tuzağa yakalattığında, “devrim mahkemesi” İslâm hükümetinde şeriat istemeyi idama sebep gösterecekti. Bediüzzaman’ın “Sen de şeriat istemişsin?” sorusuna verdiği “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Fakat ihtilâlcileirn isteyişi gibi değil” cevabından hareketle, onun İslâmı Harici ihtilâlcilerin şerrinden koruma serüvenini dikkatlice incelemek lâzım…
1925’teki Şeyh Said vak’asına baktığımızda, meselenin yine siyasal İslâma dayandığını görüyoruz. Yeni hükümeti kuran devrimcilerin tahriklerini anlayamayanlara Bediüzzaman’ın ikazları meşhurdur. Kör Hüseyin Paşa’dan bizzat Şeyh Said-i Pirani Hazretlerine kadar… Said Nursî Hazretlerinin bazı mektuplarındaki detaylarla mahkeme müdafaalarındaki bilgiler, harici ve dahili ihtilâlcilerin onu herhangi bir hadise ile bertaraf etmek üzere ta 1959 Ankara seyahatine kadar adım adım takip ettiğini ortaya koyuyor.
Kemalist devletin bütün imkânlarını kullanarak onu Isparta’da tutuklayıp Eskişehir Hapishanesine göndermesinden önceki günlerde yazılan bir bahis ise, dış güçlerin (İngiltere, İtalya ve yine Rusya) İkinci Dünya Savaşının hazırlıkları sadedinde Bediüzzaman Hazretlerini bir ihtilâlin merkezine dâvet ettiklerini dikkatlice bakanlara gösteriyor (Çaprazzade Abdullah (k.s)’ın suali ve cevapları 16. Lem’a).
Devrimcilerin Üstadın hayatındaki muadillerinin ihtilâl teşebbüsleri başlı başına genişçe bir araştırma konusu olduğundan, biz yakın zamandaki ihtilâllere bakacağız. Bu devrimlerin önceki ve sonraki safahatından kareleri birlikte izlemeye çalışacağız. Demokrasimize ikinci büyük suikast olan 27 Mayıs ihtilâli öncesindeki İslâmcı medyanın bu mevzu çerçevesinde incelenmesi fevkalâde önemlidir. Necip Fazıl ve Cevat Rıfat başta olmak üzere, siyasal İslâmın temayüz etmiş yazarların neşriyatının Demokratlara ihanet eden güçlere ne denli yardım ettiği o günün gazete ve dergilerinde görülecektir.
İHTİLÂLDE KEMALİZM VE SİYASAL İSLÂM İTTİFAKLARI
12 Mart öncesinde Kemalistlerin desteğiyle tam 300 yerde “bağımsız aday” formatında piyasaya çıkan siyasal İslâmcılar, demokrasiyi zayıflatabilme sinyalini verince ittifak muhtıradan sonra gündeme gelecekti. Normal zamanlarda müsaade edilmeyen “siyasal İslâmcı söylemlerle” dindar efkâr-ı ammenin bir kısmı iğfal edilecekti. 1973 seçimlerinde Kemalist subaylar, örtülü bir müdahele ile Demokratları saha dışına iterek, siyasal İslâm ile solun iktidarını gerçekleştireceklerdi. En önemli hedeflerinden birinin 1967’den muhtıraya gelen süreçte tutuklanmış anarşistlerin affı olduğunu, kamuoyu sonradan öğrenecekti.
Siyasal İslâmın Demokratları parçalaması ülkede iktidar zaafı doğurunca 12 Eylül’ü olgunlaştıran dönemin önemli mimarlarından biri, siyasal İslâmın temsilcilerinden biriydi. Meclisteki milletvekilleriyle ve sokakta politize ettiği bir kısım dindarlarla dehşetli bir ihtilâlin altyapısına hizmet edecekti Türkiye siyasal İslâmı… Yine dinî duyguları ve figürleri Marksizme karşı kullanan milliyetçiler de kısmen bu gruba giriyor. Zira milliyetçiler de Necip Fazıl’ı Üstad kabul ediyorlardı. 12 Eylül öncesindeki siyasal İslâma bilinçli olarak kullandırılan üslûbun irdelenmeye değer bir husus olduğu, o günler için de, bu günler için de fevkalâde önemlidir.
Çok partili döneme geçildiğinden bu yana, Türkiye demokrasisine yapılan bütün ihtilâllerin izdüşümünü Nurcular kendi içlerinde yaşayarak geldiler. Kemalizmin ince nifak tığlarıyla zamana göre farklı desenlerle dokunsa da bu iç ihtilâller maksat ve ana çerçevede birleşiyorlar: Parçalamak ve gizlice müdahale etmek… 12 Eylül’den sonra millî ve dinî bir motifle dessasça yapılan çalışmayı incelediğimizde, yine dinî figürlerin, Türk-İslâm sentezlerinin, bir kısım tarikatların kullanıldığını görüyoruz. Bize göre bu ihtilâllerin esas failleri dışarıdaki inkârcı dinsizlik cereyanlarıyla içerideki Kemalistlerdi. Başardıkları ihtilâli hayata tatbik etmede siyasal İslâmı ve sofi Türkçülüğü kullanıyorlardı. İhtilâlciler kendilerini efkâr-ı ammenin lânetinden kurtarmak için yine “siyasal İslâm” kumaşından dikilmiş örtülerin arkasına gizleneceklerdi.
ANAP’IN KÖKLERİ SİYASAL İSLÂMA UZANIR
Merhum Turgut Özal’ın İstanbul’da geçen siyasal İslâm motifli hayatını bilmeyenler, ANAP’ı Türk-İslâm sentezi içinde orijinal bir doğum zannediyorlar. En azından onun 1977 seçimlerinde siyasal İslâmın İzmir temsilcisi olduğunu bilenler ve ihtilâl öncesinin Konya Belediye Başkanının 12 Eylül ihtilâlcileriyle uyumlu çalışmalarını takip edenler; Kemalistlerin kendilerini milletin lânetinden nasıl kurtardıklarını görebilirler. Cunta üyelerinin dinî cemaatlerin önderleri ve Nurculardan temayüz etmiş kişilerle yaptıkları ikili üçlü görüşmeler, tarihimizin en dehşetli, derin, dessas ve münafıkane ihtilâlini halkın nazarında yarı masum hale getirecekti. Ve hâlâ bir kâbus gibi milletin üstüne çökmeye devam edip hürriyet ve demokrasi yolumuzu kapatan o hareketin yine 1980’den günümüze gelen “siyasal İslâmcılarla” korunması, tarihimizin en karanlık noktalarından biridir. 12 Eylül ihtilâlinden ANAP’a, ANAP’tan Refah’a ve oradan AKP’ye reenkarnasyon kaidesiyle bedenden bedene geçen siyasal İslâm kimliğine sahip politikacıları çoğumuz biliyoruz. Ama Cibaliler de hâlâ iş başında...