Osmanlı’nın hüzün günlerinde Devlet-i Aliye için çırpınan, haykıran Süleyman Nazif’e merhum Âkif “sabret!” diyor.
Nazif merhumun cevabı ilginçtir: “Usbur! Feinne dehre la yasbur.!”. Yani, sabret! Lâkin zaman sabretmiyor… Ne zaman sabrediyor, ne de tarih. Hadiseler yepyeni haliçeleri dokurken, herşeyin durmaksızın sabırsızca aktığını müşahede ediyoruz. Bizim sabrımız, görmemezlikten gelişimiz veya unutkanlığımız, ortaya çıkan gergeflerin ne şekillerini ve ne de renklerini değiştiremiyor. Bilhassa unutkanlık…Tarihin zillet kırbacını yüzlerinde hissetmek istemeyenlerin, geçmişi hiç, ama hiç unutmamaları gerekiyor.
Beşşar’ı devirip Suriye’yi özgürleştirmek isteyen Suriye’nin meşhur dostlarını nasıl unutabilirsiniz ki? İstanbul konferansları ve sonra da ver elini Paris… Hillary’nin çevresine toplanan Avrupa’nın meşhur hariciyecileri. Ve derin stratejiler peşinde koşan çiçeği burnunda yeni dışişleri bakanımız…Dört buçuk sene zarfında dünyamız sanki yarım asır dönmüş gibi geliyor bize. Olaylar o denli sür’atli akmış ve dehrin mevsimleri o denli değişmiş ki… Şu Suriye meselesindeki inkisarlar, beklentilerin boşa çıkması ve vaadlerin tersyüz olması; yaşadığımız zamanın da farkını ortaya koyuyor: Seriüsseyir zamane çocuğu…
BEN HAKLIYDIM, SEN HAKLIYDIN ZAMANI ÇOKTAN GEÇTİ
Bediüzzaman’ın Kur’ânî ve Nebevî tezgâhlarda işlenmiş dürbünleriyle hadiselere bakanlar ise, imanın gereği olan feraseti ortaya koydular. Perşembe’nin gelişini Çarşamba’dan haber verdiler ve yine isabet ettiler.
Arap coğrafyasını kızıl yangınlar tutuştururken “ben ve sen”e zaman kalmıyor. Önce yangını söndürmek ve sonra yaraları sarmak. Bakın kış geliyor. 6-7 milyon insanın karda kışta kalmaması lâzım. Suriye’nin eski dostları, yandırılıp yakılmasına seyirci kaldıkları Suriye’de yaraları sarmaya mecburdurlar. Suriye dostlarının 11 Eylül ile dünyanın başına zulüm, ateş ve kaos kusan neoconları İslâm coğrafyasından kovup yaraları sarmaktan başka yapacağı bir şey var mı?
Birleşik su kaplarına dönmedi mi dünyamız? Şam-ı Şerif ile Paris’in, Londra’nın, Berlin’in kalp atışları paralel gitmiyor mu? Bu topraklardaki ateşin Avrupa’yı tutuşturduğunu, İslâm yurdu yanıp Müslümanlar can verirken Avrupa’nın panik içinde kalacağını Bediüzzaman söylemiyor mu? Rakka ve Musul’a tezgâh kurup vahşet üretenlerin ikinci Avrupalıların çocukları olduğunu Batılılar bilmiyor mu? Birkaç ülkenin yıllarca kullanacağı cephanelik ve mühimmatın aniden peydahlanmasına kim inanır mı? Irak ve Suriye’deki hava üslerine bağiler için tayyarelerle nakledilen silâhları kim sevk etti? Medya ile sersemleştirdiğiniz halk varsın inanmaya devam etsin. Gel gör ki; askerî istihbaratların arşivleri cinayet resimleriyle dolup taşıyor. Mızrak çuvala sığmıyor.
Suriye’nin dostları evvelâ kendi halklarına rezil olmamak için önce Suriye’ye ve sonra da Libya’ya yardıma koşmak mecburiyetindeler. Fransa’nın Cezayir’de aldığı lekenin siyahlığı Paris’in dört bir yanını hâlâ gölgelemeye devam ederken, bir buçuk milyon Iraklının kanları her gün Beyaz Saray ve Birmingham’ın duvarlarına yansırken Suriye’nin dostlarının mahcubiyet içinde koşuşturmaktan başka yapacakları bir şeyleri yok artık. Global dinsizlik cereyanlarına bağlı teröristlerin defterlerinde Londra ile Rakka’nın adları aynı yerde yazılmış. IŞİD terörünü veya neoconların çıkardıkları fitneyi tek başına kontrol edebilecek bir ülke var mı şu dünyada…Doğrusu, Davutoğlu’nun dâvetiyle Suriye’nin dostları, Beşşar ile birlikte şu felâkete dur demek üzere âcilen toplanmak zorundalar. Bu ateşi bilinçli bir şekilde söndürmeye yanaşmayan seçilmişlerin eteklerini tutuşturacak Şam-ı Şerif’in alevlerini söndürmeye herkesin koşması gerekiyor.
YANGINI SEYRETMENİN VEBALİ BÜYÜK
Bizim siyasetçilerimizin, Türkiye’den çıkmış ve eserlerini Türkçe yazmış Bediüzzaman’ı dinlememelerinin utancını bir müddet daha yaşamaya devam edeceğiz. Onbinlerce Suriyeli masum Akdeniz’de boğulurken ve Türkiye’de iki milyon küsûr mülteci varken… Çocukça inatlara tutunup bu dehşetli yangını seyretmenin vebali büyük değil mi?...
Yiğit düştüğü yerden kalkar… Yangını çıkartanlar asıl sebebini biliyolar. Yüzük düştüğü yerde aranır ve bulunur. Arap Baharı tiyatrosuna sahne hazırlayan, figüran ayarlayan ve cinayetlere ses çıkarmayan dostların üzerlerindeki yalancı örtüyü zamanın rüzgârı öyle uçurdu ki… Artık her şey ortada… Dostlar, hakikî dostluğa koşuşturmak zorundalar…