Milletlerin şahs-ı manevîlerini fertlere indirgemek, söz konusu milletlere hakareti ihtiva etmez mi?
Vladimir Putin’in şahsında bütün Rus milletini ve Erdoğan’ın şahsında Türk milletini değerlendirmek; ayrıca Rusya ve Türkiye’yi de tanıyamamak anlamını da taşır. Dünya siyasetinde yeni bir misyon yüklenen Rusya’da çeyrek asra yakındır meydana gelen değişimi okuyamayanlar, hadiseyi Putin’le özdeşleştirme gayretine düştüler. Ona hayran olan siyasetçiler kadar onu diktatör ve zalim gösterme çabasına girişen politikacılar da oldu. Bilhassa küresel başrollerde oynayan neoconlarla neoliberallere ülkesinde geçit vermediğinden, belli bir sermaye ve o sermayenin kontrolündeki sınıf ve çevrelere kötülenen Putin’in halini dünya efkâr-ı ammesi görüyor. Rusya’nın İslâm âlemine yakınlaşmasını Putin’e bağlayanlar, neredeyse onu Müslüman ilân edecekler. Diğer taraftan, hâlâ zihinlerde kalıplaşmış “Kızıl Moskof” düşmanlığı refleksiyle hareket edenler de az değil. Rusya’nın globalde İslâm Konferansına daimî müşahit olmasını, Arap Baharında işgalciler ve iç savaşı besleyenlerle aynı yerde olmamasını ve hatta Kafkasya ve Moskova’da Avrupa’nın en büyük camilerini inşa etmesini sırf politik menfaatlere bağlayan bazı siyasetçiler Amerika ve İngiltere’nin dessas politikalarıyla İslâm yurdunu ateşe vermelerini tarihin normal süreci olarak kabul ettiler… Kendi içinde yüzlerce soruyu cevapsız bırakacak ve tenakuzlarla dolu bu yanlış duruşlarının elbette bir sebebi vardı…
RUS DA DİNSİZ KALAMAZ
Dünyadaki değişimleri doğru okuyabilmek için doğru kaynaklara, doğru rehberlere ve doğru haritalara olan ihtiyacımız şiddetleniyor. İkinci Dünya Savaşına kadar Sovyetler içinde kalan komünizmin 1945’ten sonra dünya nüfusunun ve coğrafyasının yarısına yakınını idare etmeye başladığını biliyoruz. Komünizmi Sovyetler’de zanneden dünya kamuoyu bu fikrin istihalelerle hür dünyada birçok mahfile yerleştiğini çok önce fark ederken, Müslümanlar 11 Eylül 2001’den sonra anlayacaklardı. Bin senelik Rus tarihini ve kültürünü yerle bir eden Bolşeviklerden intikam almaya başlayan Rus halkı, sessizce Sovyetlerdeki bolşevizmin tahribatını tamire yöneldi…Troçki’den, Lenin’den, Stalin’den ve global dinsizliğin diğer liderlerinden usulca intikam alan Rusya, inançta da Bediüzzaman Hazretlerinin haber verdiği gibi İslâma yanaştı. Rusya’daki 25 milyon Müslümana sahip çıktığı gibi, İslâm ülkeleriyle de yakınlaşmaya yöneldi. Yahudi lobileri ve İsrail’e rağmen İran’a yakın durması, Arap baharında neoconların iğfal ettiği ülkelerden tamamen ayrılması ve barışçı demokrat Avrupa ile birliktelikler araması, Rusya’nın misyonundaki değişikliği gösteriyordu. NATO’nun Libya’yı parçalamasına AB’nin müsaade etmeyeceğini zannederek geri duran Rusya, Sarkozy felâketinden sonra misyonunu biraz daha öne çıkardı. Çin’i de yanına alarak ABD ve İngiltere’deki neoconların Kabil ve Bağdat cinayetlerini tekrarlamasına mani oldu. Hayalî Özgür Suriye orduları, Suriye’nin dostları konferansları, Doha-İstanbul ittifakları Rusya’yı bu tavrından alıkoyamadı.
SURİYE SAVAŞI BİTMELİ
Geçmişi birkaç çizgi ile özetledikten sonra, son gelişmelere bakalım. Evvelâ; neocon dediğimiz zaman ABD veya AB’yi kastetmediğimi biliyorsunuz. Eski komünistlerin Batının devlet kurumlarında, ordularında, NATO’da, sivil toplum kuruluşlarında ve bilhassa sermaye dünyasında çok karışık ve derince teşkilâtlandıklarını açıkça görebiliyorsunuz. Mevcut ABD ve AB yönetimleri bu global güçle savaşmayı henüz göze alamıyor. Sarkozy, Merkel, Rasmussen ve Bush gibi siyasetçilerin ekipleriyle birlikte neoconlarla çalıştığını da denkleme eklediğimizde Arap Baharı felâketinin sonlandırılmasında ABD ve AB’nin inisiyatif kullanamadıklarını göreceksiniz. Neoconların İslâm adını kullanarak organize ettikleri global terör örgütlerinin silâh ve finansını açıklayamayan Batı medyası, her an neocon ve neoliberallerle burun buruna geliyor. Rusya’nın şimdilik böyle bir derdi yok. Neoconlarla Kafkasya’da mücadele ediyor…Gürcistan ve Ukrayna’ya rağmen Batı karşısındaki duruşunu değiştirmiyor. Bütün ambargolara rağmen kendi kendine yetebiliyor.
IŞİD deccaliyetin bir parçası, dünya kamuoyuna göre ise neoconların dünyayı işgalde kullandıkları bir araç. IŞİD’in Hicaz’ı hedef alması, Musul ve Şam’da Peygamber kabirlerini tahrip etmesi, yeni ve dehşetli bir tehlikenin ifadesiydi. Okuyucularımız; ne ABD’nin ve ne de AB’nin neocon veya IŞİD tehlikelerine karşı korunaklı olmadığını biliyorlar. Arap Baharı çerçevesinde ABD Büyükelçisi ile maiyetini neoconlara kurban veren Hillary Clinton sessizce cepheden ayrılmıştı. Bugün ise Avrupa mahkemeleri ABD’nin AB ile yaptıkları 15 yıllık haberleşme anlaşmalarının feshine karar verdiler. Mahrem bilgilerin ABD’de korunamadığını ve bilhassa neoliberallerin kontrolündeki dev bilişim firmalarınca gizli bilgilerin terör örgütlerine aktarıldığı hakikatini dünyaya ilân ettiler. Yani Wikileaks’ın kurucusu olarak lanse edilen Julian Assange’nin Londra’da hâlâ korunmakta olduğunu düşündüğümüzde, Amerika’nın, Pentagon kadar CIA ve FBI’da da sıkıntılı olduğu görünüyor. Obama’nın pasif duruşu ve Kerry’nin mütemadiyen neoliberallerle dans etmesi, Amerika’nın müttefikleriyle birlikte Irak ve Suriye’de neoconlara tam darbe vurmasını engelliyor.
Bu duruma son vermenin yolu, Obama’nın seslendirdiği ve son olarak Rusya’nın da hayata geçirilmesi için gündeme getirdiği şekilde ABD, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin bir araya gelip Suriye savaşını sona erdirecek bir formülde anlaşmaları.