Son günlerde, malûm mihraklarca medyaya servis edilen hezeyanları görünce, bu safsataların hangi kaynaklardan çıkmış olabileceğini merak ettim.
Almanya - Osmanlı ittifakı bu iddialar için elbette yeterli dayanak olamazdı. Tarih ise, bu tezleri peşinen çürüttüğü halde, Almanya’yı da Türkiye ile birlikte “suçlu!” göstermeye kalkışanlar, yalnızca zihinlerde yanlış bir telâkki mi bırakmak istiyorlardı?
Tarihî hadiseler, kendi zemin, zaman, sosyolojik durum ve fizikî şartlarına göre değerlendirilmediğinde, elbette doğru neticeye gidilemez. Çoğu kez de; iftira, bühtan ve yalan ile geçmiştekiler hakkında hükme varılır.
1914’te kendisini aniden Cihan Harbi’nin içinde bulan Osmanlı, tam üç kıt’ada savaşıyordu. Anadolu ve İstanbul gibi yerlerde bile iç güvenliğin yer yer kaybolduğu, eşkıyanın boşluktan istifade ettiği dehşetli yıllar... Tam dörtbuçuk milyon Müslümanın manen veya maddeten şehid olduğu bu zamanda, Ermeni tehciri Osmanlı komutanlarının ve Liman von Sanders gibi Alman komutanlarının programlarında nerede yer alacaklardı ki? 1909’dan sonra yavaş yavaş dizginleri ele alan, en sefih kişileri Anadolu’ya vali, kaymakam ve bakanlık görevlisi olarak gönderen dahiliyecilerin projesine (Talat Paşa ve arkadaşlarının) bakmadan, ezbere konuşanların maksadının; belli çevreleri, milletleri ve dinleri karalama olarak görünüyor... Bu dönem dikkatlice incelendiğinde; dönme ittihatçıların Almanları, Türk ırkçılığı yaparak İngilizlerin yardımıyla dışlamaya başladıkları görülecektir. Tehcirden önce; Osmanlı’nın imarı, Şark Demiryolları gibi muhteşem projeleri, fabrikaları ve yüksek teknolojisi Almanya’dan gelir. Ermeniler Hıristiyan olduklarından, Avrupa üniversitelerinde en ileri bilgilerle donatılmışlardır. Yalnızca Şark Demiryollarında 7000 Ermeni asıllı mühendis çalışmaktadır. O günlerde Avrupa’yı Bağdat ve Medine’ye bağlayan bu projeyi Almanlar tatbik etmektedir. Hem Osmanlı ve hem de Almanya zaviyesinde millet-i sadıka olarak görülen Ermeniler’in tehcirinin Müslümanlara ve Hıristiyanlara yüklemeye çalışanları, bir başka hikâyeye dâvet ediyoruz.
SOYKIRIM HİKÂYESİ...
Biz belgelere dayanarak diyoruz ki, Tehcir’in Müslüman Osmanlı ve Hıristiyan Alman’dan ziyade, İngiltere ile çalışan “dönmeler” ile alâkası var. Belki pergel; mübadeleye Anadolu’da çıkarılan Rumlara kadar da açılabilir. Mahlu Sultanın apar topar Selânik’ten Beylerbeyi’ne naklini merak etmeyenler, tehciri asla anlayamazlar. Bugünlerde, yani 1920’lerde Ermeni soykırımı tasarısı üzerinde harıl harıl çalışanları Avrupalı araştırmacılar iyi tanırlar. Ermeni tehcirini ”soykırım”olarak Hıristiyan dünyasına servise hazırlayanlar, ne Müslümandırlar, ne de Hıristiyan... Bu işlerle uğraşırken aniden Alman Nazilerinin toplama kamplarında akrabaları vefat eden Rafael Lemkin’in ismi, maalesef bugünlerde de Avrupa basınında sıkça duyuluyor. Hukukçu Lemkin, yoldaşlarıyla birlikte Türk milletiyle Hıristiyan Dünyası arasına fitne sokacak “Ermeni soykırımı” kanununu hazırlarken, İsveç üzerinden Amerika’ya kaçıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, hazırladığı kanunu Yahudiler için gündeme getirip Birleşmiş Milletler’de aynen kabul ettiriyor. Lemkin’e paralel olarak “Musa Dağı” efsanesini hazırlayan Franz Werfel gibi Yahudî asıllı teorisyenlerin maksadı, bu zamanın dehşetli dinsizliğine karşı Müslümanları ve Hıristiyanları ittifaktan vazgeçirecek projeler hazırlamaktı. Tehcirin ilginç etaplarını incelediğinizde, en önemli yerlerde; dünya sermayesini ellerine geçirmek isteyen, ellerindeki imkânlarla dinsizliğe ve ahlâksızlığa yardımcı olanları göreceksiniz. Ucundan, köşesinden konuşulmaya başlanan bu hikâyenin, bütün taraf, berraklık ve kahramanlarıyla yakın bir zamanda ele alınacağını düşünüyoruz. Amerika, İsrail, Almanya ve Rusya gibi ülkelerin bu hadiseyi net bir şekilde “soykırım” olarak tanımlamamalarının sebebi, elbette bize acıdıkları veya bizden çekindikleri için değildir. Tarihin, eteklerinden tutup sahneye çekmeye çalıştığı milletlerin ve kahramanlarının, henüz teşrih zamanı gelmediğinden, pejmürde halimizden istifade ile şimdilik bize vuruyor, görünüyorlar.
I. Dünya Savaşına geliş şartlarını hem Osmanlı ve hem de Almanya cephesinde doğru bilgiler ışığında ele almadan, tehciri anlamak da güçtür. Müttefiklerin Osmanlıya karşı kışkırtığı, silâhlandırdığı ve tehcirde onları kısmen ülkelerine taşıdığı Ermenilerin günahını asıl faillerine havale etmek gerekiyor. Werfel’in romanındaki Ermenilerin İngiliz ve Fransızlarca kurtarıldığını da sakın unutmayalım.
Diaspora Ermenilerini Avrupa ve Amerika’da teşkilâtlandıranlarla, onları tehcir projesine alanlar aynı çevrelerdir. Avusturyalı yazar Franz Werfel “Musa Dağı’nda 40 gün” romanını hayal hanesinde yazarken, projenin bir yerinde şuurluca çalıştığının farkındaydı.. Tıpkı Betty Mahmody’nin ismine roman yazan Amerika’daki malûm çevreler gibi...
Yalnızca maksat ve hedef değişmedi ve değişmiyor: Ahirzamanda ittifak etmekle, ancak global dinsizlik ve ahlâksızlığı mağlûp edecek Hıristiyan ve Müslümanlar arasına fitne sokmak...