16 Nisan anayasa referandumunun Batıdaki yorumlarını okuyoruz.
Öfke, hayal kırıklığı ve yer yer ümitsizlik görünüyor demokrasi taraftarlarında... Erdoğan’ın fiilî durumuna anayasal zemin hazırladığını ifade edenlerden, Türkiye’nin siyasî ve ekonomik yönlerden felâkete gittiğini iddia edenlere kadar...
Tarihin sosyal hadiseleri analizde güzel bir laboratuvar olduğunu biliyoruz. Türk demokrasisinin 12 Eylül 1980’de en derin yarayı aldığını maalesef kamuoyumuz bilmiyor. AKP’nin proje olarak ANAP’ın bir devamı niteliği taşıdığına; hem Erdoğan sevdalıları ve hem de karşıtları hâlâ itiraz ediyorlar. İtiraz sahipleri 12 Eylül’deki dış faktörleri azıcık tahlil etseler, mutlaka güzel ufuklar yakalayacaklardır.
31 Mart’ta, Osmanlı demokrasisine, İngiltere’nin içerideki dönmeler aracılığıyla vurduğu darbede esas hedefin Said Nursî olduğunu, onun kontrolünden geçen Tarihçe-i Hayat’ından öğreniyoruz. Suikastlerden idam teşebbüslerine kadar... Neticeyi hepiniz biliyorsunuz. Belki de burada dikkatimizi çekecek en garip nokta, bütün bu zulüm ve su-i niyetlere rağmen Bediüzzaman’ın; 23 Temmuz 1908 günününün şevkinden birşey kaybetmeden, 1909’un yazında Doğuda demokrasiyi hemşehrilerine anlatmaya koyulmasıdır.
Demir asa, demir çarık ibarelerine mutabık bir halet-i ruhiye içinde, Şarkın zirvelerinden başlayarak Mardin, Harran ve Suriye düzlüklerine kadar... Yaz demeden, kış demeden... Bırakınız insanları, tabiata demokrasiyi anlatan Bediüzzaman’ı Münâzarât´ta ve Hutbe-i Şamiye’de şevkle okuyoruz.
Günümüzdeki Nur Talebelerinin de misyonunun önemini böylece idrak edebiliyoruz. Nurcular, demokrasinin İslâmiyetle birlikteliğini; Kur’ân’daki âyetler ve Asr-ı Saadet uygulamasıyla çekinmeden ve bıkmadan ders verecekler ve üstadları olan Bediüzzaman’a tam tabi olduklarını göstereceklerdir. 16 Nisan öncesini menfîlikleri cihetiyle yok farz ederek... Muhabbet ve uhuvvet zemininde...
Bunun geçmişteki güzel örnekleri hafızalardaki hatıralarda hâlâ tazeliğini koruyor. Siyasî yasakların kaldırılmasının halka tasdik ettirilmek istenmesine karşı 1987’de verdikleri destansı mücadelenin izleri, her yerde görünüyor. Dünün şartları daha zordu... Demirel faktörünü saymazsanız, şartlar tamamen demokrasinin aleyhinde idi. Bugün ise, kapılarını ve zihinlerini az da olsa demokrasiye açmış dindar kitleler var... Kemalizm’in ne kadar demokrasi dışı, ilkel ve bedevîce bir rejim olduğuna inanmaya başlayan sosyal demokrat kesimler de… Yani bu günün şartları dünün şartlarından çok daha uygur... Arkaya AB’nin demokrasi rüzgârı da alındığında, Türk demokrasisinin önünde ne siyasal İslâmcıların, ne ırkçıların ve ne de Kemalistlerin duramayacağını, inşaallah bütün dünya görecektir.