31 Mart mahalli seçimler meselerini “Beka meselesi“ olarak sloganlaştıran Cumhur ittifakı partilerinin, düşünce olarak çıkış noktalarını tam tesbit edemediğimizden, zülfüyare dokunur şeyler yazabilirim.
Hakikat dışı bir şey zuhur ederse sözlerimden, samimiyetimi şefaatçi gösterebilirim. Vatandaş, nihayet bir mahallî seçimdir, beka meselesi olarak yorumlanacak bir tarafı yok diyedursun. Tecrübeli “milliyetçi“ politikacılarımız işi vatanın elden gitmesine, millî birliğin parçalanmasına ve hatta Arap Baharındaki musîbetzede devletleri göstererek dahada korkutucu şeyler söylüyorlar. Anlaşılıyorki bu ülkede “millî birlik“ elden gittiği gibi, ahalinin anlayacağı “millî üslûp“ da kaybolmuş. Babil’in tebelbül akvamına benzer bir ara dönem mi yaşıyoruz? Zira, cümleler birbirine benzerse de, manalardaki çelişki gayet derin...
Bediüzzaman Hazretleri; bu zamanda herhangi bir devletin veya milletin yok edilmesinin imkânsıza yakın zor olduğunu söylüyor. Şayet “beka“ meselesiyle “bağımsız bir Türkiye“ kast ediliyorsa, bu da yoruma muhtaç bir nokta...
Soziopolitik meseleler üzerede çalışan araştırmacılar, artık hiçbir ülkenin bir başka ülkeden bağımsız yaşanması mümkün değil diyorlar. Amerika ve Çin gibi devletlerde, dünyamızın yeni düzenine entegre için sancı çekiyorlar. Hürriyet ve demokrasinin inkişafıyla, adaletli ve demokratik bir dünya için “Emperyalistler“ de büzülüp bir hizaya gelecekler. Neo Liberalistlerin global dev şirketleri parçalanarak millî demokrasilerin sınırlarına çekilerek; sömürü ve yağmalardan mecburen vazgeçecekler.
Fakat beyan ve siyaseti kirleten ifadelerden öyle anlaşılıyor ki; cumhur ittifakı kendi menfaatini vatan ve millet perverliğin merkezi olarak millete deklere ediyor. Ne zaman ki bu beylerin faydalarına bir mesele ters geldi; işte bu ihanettir onlarca...
Ülkede demokrasi olsaydı, “hukukun üstünlüğü“ prensibi yürürlükte olsaydı ve siyasetimiz 30-40 sene önceki siyasetin ahlâkî derecesine ulaşabilseydi; parti menfaatleriyle ülke menfaatlerini özdeştirenler hakkında yargı çokdan harekete gecmişdi.
Görüyoruz ki Neo liberallerin siyasî gelenek ve darbeleri bizde de harekete geçiriliyor: Fransa’da Macronu başkan yapmak istiyenler “Fillonu“ yargı ile bitireceklerdi. Brezilya ve Arjantin’de Neo liberalizme yeteri kadar çalışmayan siyasetcilerin yargı yoluyla uzaklaştırılmaları gibi veya Almanya’da demokrasi hesabına İslâmiyete pozitif baktığından 750 euroluk hotel masrafını bahane ederek cumhurbaşkanını istifaya zorlayan globalciler, bizde de Ankara’dan Mansur Yavaş olmak üzere birçok rakiplerini yargı kılıcıyla safdışı bırakma formatına geçmişler ve sonra da; bize ‘rey vermezseniz vatan elden gidecek’ nutuklarına sarılıyorlar.
DEMOKRASİ BEKA KORKUSUNU ORTADAN KALDIRIR
Küçücük, küçücük Avrupa ülkeleri... Hiçbirisinin beka derdi yok... Bizim onda birimiz kadar asker sayısı ve kolluk kuvvetleri olmadıkları halde... Bakın şu İsrail’e... Yeni Zelanda’ya veya başka bir demokratik ülkeye... Beylerimizin bizi korkutmak üzere dillendirdikleri şeyleri hiç konuşuyorlar mı?
Yine Bediüzzaman’a kulak verelim. Demokrasiyle devletin ebedî bir ömre kavuşacaklarını söylüyor. Şu “beka korkusuna“ kapılanlar demokrasiye “Bismillah“ diyebilselerdi ve ülkenin kan dolaşımını “demokrasimizin temel unsurlarıyla“ temizlemeye başlasalardı, hem kendi hastalıklarına ve hemde ülkenin dertlerine deva bulacaklardı.
Bedüzzaman’ın 1940’larda yazdığı bir mektubunda ifade ettikleri gibi “Herbir adam memleketiyle alâkadardır... fakat bu alâkadarlık... hükümetin menfaatini bazı Şahısların muvakkat siyasetlerine tabi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber...” (Kastamonu L, s. 35) manaya uygun bir şekilde kendi menfaatini milletinin ve ülke menfati olarak görenlerin beka anlayışı bugüne kadar zarardan başka bir şey getirmedi.
Şimdi bu 12 Eylül hukukunu korumakta ısrarcı olan ve AB’ye karşı da savaş açan efendilerin beka dertlerinin kendi siyasî geleceklerinden başka birşey değildir, diyenlere siz olsanız ne cevap verirsiniz?