Bedîüzzaman hazretleri Risâle-i Nur Talebelerinin tanımını, tefsirini yoğunca eserlerini yazdığı Barla’da yapar.
Daha önceki yazılarımızda değindiğimiz bu mânâyı Yirmi Altıncı Mektubun onuncu meselesinde izah eder. Risâle-i Nur’ları kendi malı olarak bilip sahip çıkmanın ve onları neşretmenin “Nur Talebeliğinin” en önemli şartı olduğunu da önceki yazılarımızda belirtmiştik.
Talebelerini şahsına değil, Kur’ân’dan nebean eden nurlara bağlayan Bedîüzzaman’ın onlardan en önemli isteği, nurları yazarak, okuyarak, anlayarak ve onları neşrederek sahip çıkmaları... Ulemanın ve talebelerinin kendilerine tevcih ettiği tüm iltifat, maddî manevî makamları ve tereccühleri Risâle-i Nur’a yönelten Bedîüzzaman’ın davasının merkezinde Risâle-i Nur’lar olduğunu bilmek istemeyenler, halâ “Bandrol Yasağında” ısrar ediyorlar. Bu ince hakikatin Risâle-i Nur’a gönül vermişlerce çok yakında anlaşılacağına olan inancımız, bandrola vesile olan dindarlara acımak ve şefkat etmek olarak bize dönüyor. Yani, kısa bir zaman sonra, Risâle-i Nur Talebeliği en önemli vazifesi olan “neşretmenin” ellerinden alındığını anlayacak milyonlarca Nur Talebelerinin karşısında hiçbir kuvvetin duramayacağını bildiğimizden, siyasetle meşgul kardeşlerimizden bu yanlışın bir an önce düzeltmesini istiyoruz.
Barla’dan Eskişehir zindanına gönderilen Bedîüzzaman’ın o mahkemede nurları nasıl müdafaa ettiğini Yirmi yedinci Lema’dan okuyamayanlar ve daha sonra Kastamonu yıllarında uzaktan uzağa Medresetüz Zehra’yı mektuplarıyla inşaa başlayan Üstad’ın buradan yazdığı mektupların mahiyetini bilmeyenler, nurlara yasak koymanın dehşetini maalesef idrak edemiyorlar. Siyasetle iyice müşevveş hale gelmiş dindarlarımızın muhakeme-i akliyeleri nakıs olduklarından, yüzlerce hata ve yanlışın arasını “Risâle-i Nur’un neşrini durdurma” günahını da kaydetmeye çalışıyorlar.
NURLARIN NAŞİRLERİ VE SAHİPLERİ NEREDE...
Bizim derdimiz, İslamiyete Risâle-i Nur’larla hizmet eden ve kendilerini Risâl-i Nur’ların sahipleri olarak telakki eden nurcuların tutukluklarıdır. Dağları titretecek ve denizleri taşıracak şu zulme sessiz kalmalardır. Halâ neşir ile sansür arasındaki açık farkı anlayamamalarıdır. Bir seneyi aşkındır, nur matbaalarına vurulmuş kilitleri, kitap fuarlarında bitmek üzere olan külliyatın durumunu ve bu sıkıntılardan dolayı birbirlerine yabanî bakmaya başlayan nurcuları görememek mümkün mü?
Risâle-i Nur’un neşri çerçevesinde Kastamonu ve Emirdağ’ın Lâhikalarına yeniden bakalım. “Risâle-i Nur’a intisap eden zatın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran, Risâle-i Nur’ talebesi ünvanını alır. Ve o ünvanı altında, her 24 saatte benim lisânımla belki 100 defa, bazen daha ziyade hayırlı dualarımda ve manen kazançlarında hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binler kardeşlerin Risâle-i Nur’ talebelerinin dualarına haber kazançlarına dahi hissedar olur.” (Kastamonu Lâhikası, s. 23)
Bu fıkraya benzer yüzlerce fıkra, Üstadın mektupları arasında mevcut. Teksir makinasıyla basılanları muhtaçlara yetiştirenler gibi, günümüz nurcularının da yüzlerce matbaalarda basılacak Kur’ân Hakikatlerini dünyanın dört bir ucundaki muhtaçlara ulaştırmaları gerekirken, Risâle-i Nur’a dostluklarını yanlış yerlerde kullananların yüzünden, bir seneyi aşkındır naşirler vazifelerini yapamadıkları gibi, sahipleri de mallarına yapılan müdahale karşısında maalesef susuyorlar... Eliyazubillah... Bu durum büyük felâketlerin kapısını açmaz mı? Tek partinin başaramadığı bir cinayetin gözlerimizin önünde işlenmesi, kadere bizi helak edecek fetvalara “evet!” dedirtmez mi? Yalnızca Yeni Asya’yı ilgilendirmiyor, bu mesele... 70 milyon Türkiye’mizde son bir sene içinde kaç tane kitap muhtaçlara ulaşabildi... Yani 130 eserden daha önce yüz binlerce basıp dağıtan nurcular, nerede?
BÜTÜN MESELE NURLARIN HÜRRİYETİDİR
Bandrol yasağını “mesele” olarak görmek istemeyenlerin atladıkları önemli bir şey var. Bedîüzzaman’nın 28 senelik zindanının asıl sebebi. Yani Risale-i Nur’un hürriyeti... Eskişehir’den ta 1959 Ankara Mahkemesi’ne kadar… Buradaki müdafaalar ve onları mevzu edinen Lahikalar incelendiğinde, esas meselenin Nurların beraati hürriyeti olarak çıkıyor. Bilhassa Afyon zindanındaki kahraman talebelerinin müdafaları…Hiçbirisi kendisini müdafaa etmemiş. Tüm hadiseler buradan Risale-i Nur’un etrafında dönüyor… Ayrıca, Bedîüzzaman’ın; Nurları değil de şahıslarının masumiyetlerini müdafaa edenler hakkındaki düşünceleri hikmetamizdir. 28. Lema, 13. Şua ve 14. Şua’da ki benzer mektupları bu zaviyeden yeniden incelemek gerekiyor.
Bandrol hadisesinin bir seneyi aşkındır Nurların neşrini engellediğini kabul edenler, AKP tarafgirliğinden dolayı bu hadiseyi mesele olarak görmüyorlarsa Nur Talebeliklerini sorgulatmak zorundadırlar… Bu yalnız Türkiye ve Türkçe için değil; tüm dünyada ve bütün dillerde de…