Adaleti arama duygusu ve zulme kapı açan toptancılık üslûbundan kaçışımız olmasaydı, bu yazının başlığı; kemalistlerle bazı siyasal islamcıların ittifağı olabilirdi. Dinde kardeşimiz olan bazı siyasetli cemaatlerin tüm mensuplarını rencide etmemek için şu üslûbu tercih ediyoruz.
Siyasette –telakkilerince– başarılı olma yolunda birçok haramı, dini yanlış yorumlayarak kendilerine helâl gören aktif siyasal islamcılarla kemalistlerin, demokrasi ve barış isteyenlere karşı nasıl ittifaklara girişebileceğini yakın tarihimiz göstermiştir. Bazen dirsek temasları, bazen dolaylı yardımlar ve çoğu defa da ittifakın şartlarını yerine getirircesine geçmişte yaşadığımız hadiselerin tarihçesini 1909’lara, 1924’lere, 1949’lara ve 1960’dan sonraki belirgin süreçlere kadar taakip edebiliyoruz. Kemalistlerin demokratlara karşı gerçekleştirdikleri 12 Mart’ın hemen akabinde kurulan MSP–CHP koalisyonuyla anarşistlerin affedilmesi meselesiyle, 1980’e gelirken yine MSP’nin dolaylı yardımıyla kemalist subayların gerçekleştirdikleri 12 Eylül ihtilalleri, bütünün içinde yalnızca iki karecikten ibarettir. Bu ittifakı gerçekleştiren, birbirine zıt görünen hareketlerin fikrî temellerine inmeden, şahısların ve hadiselerin üzerine çıkarak tabloyu oluşturan ana umdeleri tahlil etmeden bu bilmecenin çözülmesi kolay değildir. Muhalefette millete karşı kullandıkları sloganlara göre birbirlerine şiddetli düşman olan bu iki hareketi Yeni Asya’ya karşı müttefik yapan unsurlar üzerinde duralım.
İTTİFAK NEREDEN DOĞUYOR?
Dünya görüşleri ve sosyolojik yaklaşımlar üzerine bina edilen siyasî partilerin asıl maksatlarını ve esas ideolojilerini okumak için, onların siyasî beyanlarından ziyâde icraatlarına, iç ve dış irtibatlarına ve kendilerine fikir kaynağı olarak seçtikleri düşünür veya önder kişilerin fikir ve hayat çizgilerini bir bütün olarak dikkatlice araştırmak gerektiriyor. Kemalistlerin mahiyetini biliniyor, kabul ederek konuya giriyoruz. Onların ihtilâlciliklerini, kuvvete tapmalarını, semavî dinlere ve millî geleneklere düşmanlıklarını az çok biliyoruz. Bu çerçevede geliştirdikleri millî dil, estetik, tarih ve edebiyat reflekslerini de biliyoruz. Hürriyet ve demokrasiye karşı olduklarından; AB’ye, oradaki insan haklarına, barışa sebep olduklarından uluslararası paktlara ve genel ahlâka ne denli itiraz ettiklerini de bir tarafa kayd ederek ittifağın izini sürmeye devam edelim.
Devrimciliğin siyasal islam için mûnis bir kelime olduğunu herkes biliyor. Mahiyetini anlamaktan uzak oldukları Avrupa’ya, Dünya Savaşları öncesi refleksleriyle kemalistlerden daha çok karşıdırlar. Hürriyeti, demokrasiyi, cumhuriyeti ve temel insan haklarını –Asr-ı Saadeti bilemediklerinden- Avrupa’dan doğmuş kabul ettiklerinden reddederler. Hayalci ve ütopyada da birbirine benzerler. Zira tezleri yere basacak türden değildir. İstibdat veya diktatörlük ortak paydasında da birleşirler. Tarih içinde; İttihad-ı İslam’a, hürriyete ve demokrasiye çalışmış kahramanları karalamada da yarışırlar. Velev ki bakış açıları farklı da olsa... Türkiye’de iktidar olma yolunda M. Kemal’i önder kabul etmeleri, Yahudîlerin resmî temsilcisi İsrail ile dost olmaları, komünistleri sosyalistlik rengiyle kabul etmeleri gibi sayabileceğimiz daha birçok noktada bu iki hareket metodolijide birbirine yakın duruyorlar.
YENİ ASYA, RİSALE-İ NUR’U TEMSİL EDİYOR
İsterseniz, yukarıda saymaya çalıştığımız esaslar doğrultusunda dönüp bir de Yeni Asya bakalım. 47 senelik arşivlerini tek tek tarayalım. Risale’i Nur’un naşir-i efkârı olan bu gazetenin köşe yazarlarını bir bir inceleyelim: Vatan, millet ve İslâmiyet sevgisinden başka bir şey görebilecek miyiz? İnsanlığın fıtratı olan hürriyet ve demokrasiyi müdafaadan başka ne yazmış, Yeni Asya? Türkiye’yi teşkil eden tüm insanları; ırk, din, mezhep ve sınıf farkı gözetmeksizin kucaklamaktan ve onları barış yoluna teşvik etmekten hiç geri durdu mu? Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesinde görebilmek için; insanî temel değerlere inanan Avrupa ile nasıl ittifaklar kuracağımızı anlatmadı mı, sayfalarında...
Devletin işleyişini, kanun hâkimiyetine, hukukun üstünlüğü yolundaki engellerin kaldırılmasına, Yeni Asya’nın nasıl çalıştığı, efkâr-ı ammece biliniyor. Bediüzzaman Risâle-i Nurlarla ortaya koyduğu istikametten çıkmayarak, bir defa dahi dönük siyasete ve siyasî kadrolara bakmayarak bugüne gelmiş Yeni Asya’nın en büyük mücadelesi cehaletle, bölücülükle, darbelerle, ahlâksızlıkla, israf ve nifak ile olmuş. Buna rağmen Yeni Asya’yı devlet karşıtı siyasî kadrolara gözünü dikmiş, ötekeliştirmede koşuşturan ve millî birliğe ehemmiyet vermeyen bir gazete gibi lanse eden iktidar yanlısı bazı dindar ve kemalist gazeteler, yansımalarda ancak kendilerini bulabilirler, diyoruz.