Bediüzzaman, bahsettiğiniz Hatime’de bazı içtimaî kural ve alışkanlıklarımızı İlâhî kurallarla tadil ediyor. Yani eleştirip doğrusunu gösteriyor.
Cümleleri tek tek ele alalım:
İhsan-ı İlâhî Kişiye Yeter!
“İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir.”1
Kişiyi şımartmayacak, şükrüne vesile olacak bir ihsanı Cenâb-ı Hak yapıyor. Kişi şük- rettikçe de Allah ihsanını arttırıyor. Allah arttırdıkça şükreden kul havalara girmiyor; şükrünü arttırıyor. Oysa insanın ihsan-ı İlâhiden fazla ihsan ve iyilikleri ölçüsüzdür. Kişiyi şımartır. Su-i istimale kapı açar. Meselâ bir anne sırf şefkatinden dolayı akîl ve balîğ olmuş evlâdının oruç tutmasına –aman evlâdım açlığa dayanamazsın diyerek- engel olmamalı, sabah namazına şefkatle kaldırabilmeli. Aksi takdirde annenin şefkati, evlâdının ibadetlerine engel oluyorsa, böyle ihsan, ihsan ve iyilik değil, kötülüktür.
HAKİKAT HAYALDEN ÜSTÜNDÜR
“Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır.”2 Hayal güzeldir. Ama kametince kalmalı; hakikatin yerini almamalı. Hakikat hayalden üstündür. Küçük de olsa bir hakikat taneciği, çok büyük hayallere tercih edilir. Müslüman hakikat ile yaşar; hükmü, hayat kuralları, değer ölçüleri, hayalleri hak ve hakikat ile çelişmez.
METHETMEK MANEN KATLETMEKTİR
İhsan-ı İlâhî ile tavsifte kanaat etmek farzdır.3
Allah’ın bir şeyi takdir etmesi ve o şeye değer vermesi hakikattir. Kul eğer Allah’ın verdiği değer kadar bir değer verirse, hakikatten ayrılmamış olur. Daha fazla değer verirse mübalâğa yapmış olur. Ve kişiyi bu abartı ile tefer’una (yani Firavunlaşmaya), gurura, riyaya, ucba itmiş olur. Bu haramdır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (asm): “Sakın birbirinizi methetmeyin. Çünkü bu (kişiye iyilik değil, kişiyi) boğazlamaktır (yani bir nevi katletmek)tir.”4 buyurmuştur.
Yani medih kişiyi manen öldürür. Böyle bir manevî katle sebep olmamalı.
CEMİYETİN HUZURUNU BOZMAMALI!
Cemiyete dâhil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir.5
Cemiyeti cemiyet yapan dinî kurallar, aklî kurallar, örfler ve geleneklerdir. Bu kurallar ihlâl edilirse cemiyette huzursuzluklar, gerginlikler, sıkıntılar çıkar. Bu kurallardan dine ve akla uygun olan örfleri ihlâl etmemelidir. Örf, cemiyetin akıl ve şeriat ile çelişmeyen, gelenek haline gelmiş davranış türleridir.
Dine ve akla uymayan gelenekler varsa elbette bunlar tadil edilebilecektir.
KIYMET ŞEREF AMELİNDEDİR!
Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır.6
Kişi neslinin şerefine ve kıymetine değil, kendi zatının durumuna ve ameline bakmalıdır. Hiç kimse nesline veya aşiretine güvenip kendisini üstün göremez, kendisini mesuliyetten kurtaramaz.
Peygamber Efendimiz (asm) kendisinden hukukî bir ceza konusunda iltimas isteyen birisine: “Kızım Fatma da çalmış olsa cezayı uygulardım.”7 buyurmuştur.
Bir gün Hz. Ali (ra) “Ya Resulallah! Fatma’nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan omuzları incindi. Size gelen kölelerden kendisine bir hizmetçi edinsek…” demişti.
Bunun üzerine Resulullah Efendimiz (asm):
“Ey Fatma, Allah’tan kork, Allah’a olan farzlarını eda et, ailenin işlerini yap. Yatağına girince otuz üç kere sübhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört kere Allahüekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır..” buyurdular.
Hazret-i Fâtma (ra):
“Allah’tan ve Allah’ın Resulünden razıyım” dedi. Resulullah (asm) ona hizmetçi vermedi.”8
Dipnotlar:
1- Muhakemat, s. 21. 2- Muhakemat, s. 21. 3- Muhakemat, s. 21. 4- Kütüb-ü Sitte, İ. Canan, c. 17, s. 483, No: 1127. (3743) (7114. 5- Muhakemat, s. 21. 6- Muhakemat, s. 21. 7- Kütüb-ü Sitte, İ. Canan, c. 12, s. 505. 8- Buharî, Fedâilul Ashâb, Humus 6, Nafakât 6,7, Da’avât 11.