Asil Özer: “1- Üstad Hazretleri ahireti tasdik eden, fakat günahta aşırı gidenler için kabrin, dostlarından bir tecrit içinde bir hapsi münferit olduğunu söylüyor. Bunun tersini düşünürsek, imanla kabre girenler, kabirde sevdikleriyle görüşecekler diyebilir miyiz? Bu durumu biraz açıklar mısınız? 2- Ahirete inanıp da kabir hayatını reddedenler var. Kabirde bunların durumu ne olacak?”
MÜ’MİNLER SEVDİKLERİYLE BULUŞURLAR
Kabre imanla girenlerin, kabir hayatında dostlarıyla ve sevdikleriyle görüşeceği konusunda müjdeli haberler vardır.
Uzunca bir hadiste Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki:
“Ölüm anında mü’mine gökten yüzleri güneş gibi parlak melekler inerler. Beraberlerinde Cennet elbisesi ve Cennet kokusu bulunan bu melekler mü’mine yaklaşırlar.
Sonra ölüm meleği gelir. Ölüm meleği der ki:
“Ey temiz ruh! Allah’ın rızasına ve mağfiretine mazhar olmak için bedenden çık!” Ruh bedenden kolayca çıkar. Ölüm meleği ruhu alır.
Fakat semadan gelen melekler ruhu ölüm meleğine bırakmazlar. Ruha el koyarlar, ona getirdikleri Cennet elbisesini giydirirler ve Cennet kokusunu sürerler, Mü’minin ruhundan, yeryüzündeki bütün kokulardan daha güzel bir koku çıkar.
Melekler bu ruhu alıp semaya yükselirler. Uğradıkları her bir melek topluluğu,
“Bu güzel ruh kimindir?” diye sorarlar.
Melekler, “falan oğlu filândır” diyerek onu tanıtırlar.
Dünya semasına gelirler. Burada, daha önce ölen mü’minlerin ruhları onun yanına gelirler. Onlar bu ruhla karşılaşmaktan, sizin uzun süredir görüşmediğiniz bir dostunuz ile karşılaşmanızdan duyduğunuz sevinçten daha fazla sevinç duyarlar.
Ve ona sorarlar: “Filan adam ne yapıyor?”
Ruh, “O daha önce ölmüş, size gelmişti” diye cevap verdiği zaman onlar:
“Öyleyse o başka bir yerde, Cehennemde.” derler.
Mü’minlerin ruhlarından bazıları:
“Onu bırakınız da istirahat etsin. O dünya yorgunluğu içindedir.” derler.
Melekler bu ruh için sema kapılarının açılmasını isterler. Sema kapıları açılır. Sema kapılarında o ruhu başka melekler karşılarlar. Nihayet ruh yedinci göğe varır.
Burada Cenâb-ı Allah meleklerine şöyle buyurur:
“Bu kulumun amel kitabını ıllıyyine (yazılmış ve mühürlenmiş yüce divana) yazın ve onu şimdi yeryüzüne döndürün. Ben insanları topraktan yarattım, oraya döndüreceğim. Sonra (Kıyamet günü) onları bir defa daha topraktan çıkaracağım.” Ruh böylece dünyaya döndürülür.1
Bu ve buna benzer hadislerin tefsiri sadedinde Bediüzzaman Hazretleri ölümü, “dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek”2 olarak tarif ediyor.
Ve diyor ki: “Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem… Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.”3 diğer bir ifadesinde: “Ervah-ı bâkiye, eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp, bir kısmı yıldızlarda, bir kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar.”4
Ahirete inanıp kabir hayatını reddetmek bir dalâlet halidir. Böylelerini mümkün mertebe karşımıza almadan bilgilendirmeye çalışalım ve duâ edelim.
RUH VE CAN AYNI ŞEY MİDİR?
Nahide Çelikbağ: “Ölümle insanın canı mı çıkar, ruhu mu? Ruh ve can farklı şeyler midir? İnsan kabre konunca hissedeceği saadeti veya azabı ruh ile mi yaşayacak?”
Candan maksat ruhtur. Ruh çıktımı can çıkmış oluyor. Kabirde insan saadeti veya azabı ruh ile yaşayacaktır. Çünkü kabirde beden toprak olmuştur.
Fakat kıyametten sonra ruh tekrar bedene dönecektir. Tekrar bedene can gelecektir. Artık can bedenden bir daha çıkmayacaktır.
KABİR ADABI
Mehmet Aydoğan: “Kabirler kapatıldıktan sonra etrafı mermer veya taşla örüldükten sonra orta kısmındaki toprak kısmın açık kalmasının hikmeti nedir?” Kabri mermer veya taşla yapmak sünnette yoktur. Sünnet olan, ölenin toprağa defninden sonra yerini belirleyecek kadar birkaç taşla çevirmek, zikrinden ölenin istifade etmesi için üzerine bitkiler dikmek ve daha sonra kabri ziyaret etmektir.
Ölenin kabrinin ziyaret edilebilmesi için kabirlerin yapılması zamanla geleneklerimize yerleşmiştir. Ancak mübalâğaya ve israfa kaçmaktan sakınmalıdır. Kabrin üzerinin taşlarla kapatılması ve toprak ve yeşillikten mahrum bırakılması ise bidattir.
Dipnotlar: 1- Er-Ruh, İ. Kayyum, s. 55-56; İ. Kesîr 2/533; Et-Tac, El-Camiu lil-Usul, 5/213. 2- Sözler, s. 331. 3- Sözler, s. 335. 4- Lem’alar, s. 529, 515.