Bozyazı’dan Ferhat Güney: “Güneşin kayıtsız nuru ile perdesiz görüşmek için dünya kadar genişleyip ay kadar yükselmek gerekir” sözünü açar mısınız?”
Hem Bir, Hem Her Şeyi O Yaratıyor
On Altıncı Söz, bu asrın dehşetli dört sualini, dört şua halinde halleden emsalsiz bir sözdür. Bu çözümlerde genelde güneş misali kullanılmıştır.
Birinci Şua’da Allah’ın “Bir Tek Zat” iken, bunca büyük kâinatı nasıl yarattığı ve nasıl hakkından geldiği ve Allah’ın her yerde nasıl hazır ve nazır olduğu sorulur ve anlatılır.
Allah’ın hem şahsî birliği vardır, hem her şeyi tek başına terbiye etmesi… Tek bir fert olmasına rağmen, tasarrufunun bütün kainat üzerinde şeriksiz biçimde hükmetmesi… Sonsuz ulviyeti olmasına rağmen, her şeye son derece yakın olması Kur’ân’ın bildirdiği hakikatlerdendir.
Bu sırlar bu asrın kafasına herkesin anlayacağı temsillerle aktarılıyor ki, inkâra mecal kalmıyor. Yoksa adam, Bir Tek Zat bütün her şeyi nasıl yaratıyor gibi cerbezeci sorularla imanını kaybedebiliyor.

Hem Ansızın, Hem Sıra ile Yaratıyor
İkinci Şua’ya, iki tür ayet kıyaslanarak başlanıyor. Birincisi, Allah’ın bir şeye emretmesiyle o şeyin derhal ve zamansız vücut bulduğunu anlatan ayetler.1 Diğer tür ayetler ise, Allah’ın her şeyi gayet güzel, yerli yerinde ve sapasağlam yarattığını2 ifade ediyor.
Bu ikinci tür ayetler Allah’ın her şeyi ilim içinde azim bir kudret ve hikmetle ve dakik bir sanatla tedrici yarattığını, yani sıralı yarattığını ifade ediyor. Mesela bir bebeğin yaratılışını nazara alırsak önce kalbi, merkezi sinir sistemleri, dolaşım sistemi, kafası, kol ve ayakları, sonra diğer organları sırayla ve dokuz ayda yaratılıyor. Halbuki birinci tür ayetlerde, Allah’ın bir emirle zamansız yarattığını anlamıştık.
Bu iki yaratılış tecellisini bu ikinci şuada Üstad Hazretleri mukayese ederek ve temsillerle anlatıyor.
Hem Yakın, Hem Uzak
Üçüncü Şuada yine iki tür ayetler kıyaslanıyor: Birinci tür ayetler Allah’ın her şeye sonsuz derecede yakın3 olduğunu ifade ediyor. İkinci tür ayetler ise Allah’ın yetmiş bin hicap arkasında bulunduğunu, “Melekler O’na günü elli bin sene olan bir günde ulaşırlar”4 gibi manalarla anlatıyor.
Dördüncü Şuada ise, bir nevi mirac olan namazın içinde ve her tarafında bulunan “Allahü ekber” kudsi kelamının hikmetini aktarıyor. Her bir “Allahu Ekber” bir miraç basamağı olduğunu harika bir üslup ile ifade ediyor.5
Güneş misali bu devasa iman hakikati anlatılırken kullanılıyor. Güneş kayıt ve sınır tanımayan nuru olduğu için, bize, bizim gözbebeğimizden daha yakın yerdedir. Fakat bizler kayıtlı-sınırlı olduğumuzdan, bulunduğumuz yerde, yaşadığımız dünya memleketinde, güneşten 150 milyon km uzakta bulunuruz.
Eğer güneşin zatına yaklaşmak istesek, dünya kadar büyüyüp, ay kadar yükselmemiz gerekecektir. Çünkü dünya ve ay güneşin zatına böyle yaklaşabilmişlerdir.
Burada geçen perdeden maksat, uzaklıktır, sıcaklıktır, renklerdir, gölgedir vs buna benzer, uzak olduğumuz halde, bizi güneşle buluşturan farklı tecellilerdir. Mesela biz güneşe uzaklık ve sıcaklık gibi perdelerle ulaşabiliyoruz. Çiçekler ve ağaçlar renklerin perdesiyle güneşe ulaşıyorlar.
Dipnotlar:
1- Yasin Suresi: 82, 53., 2- Neml Suresi: 88; Secde Suresi: 7., 3- Yasin Suresi: 83; Kaf Suresi: 16; Hud Suresi: 56., 4- Mearic Suresi: 4., 5- Sözler, s. 222-231.