"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur’da anahtar kelimeler

Süleyman KÖSMENE
06 Temmuz 2018, Cuma
Salih Bey: “Üstadımız duâda ‘bizi makarr-ı saltanatına celbet’ diyor. Allah’ın (cc) makarr-ı saltanatı neresidir? Cennet midir? Arş-ı Âlâ mıdır?”

Dilimizin Dar Geldiği Alanlar

Risale-i Nur’da Allah’ın tasarruf ve tecelliyatı, fiilleri ve takdiratı anlatılırken, dilimizin ve dimağımızın gündelik kelime, cümle ve anlam kalıplarının sınırlarının ne denli zorlandığına defalarca şahit oluruz. Bu bizim dilimizden, yani Türkçe’den kaynaklanan bir acziyet değil, bizim beşer oluşumuzdan kaynaklanan bir durumdur. Çünkü bu derin ve yüce mefhumların karşılığını diğer dillerde de bulmak zordur.

Çünkü alan vücubiyet alanıdır. Yani Allah’ın tasarruflarından bahsediyoruz. Tasarruf merkezinden bahsediyoruz. Saltanatının karar kıldığı ulviyetten bahsediyoruz. Bu yüksek manalara bizim günlük kullandığımız dil, günübirlik kelimelerimiz ve cümlelerimiz elbette dar gelecektir. Bizim dilimiz buna elbette yeterli olmayacaktır. Çünkü esasen mümkinat âleminden vücubiyet âlemine bakmak, hangi yüksek görüşlü araç olursa olsun yerden güneşin içinde olup bitenleri izlemeye çalışmaktan binlerce kez daha zordur.

Yüksek Voltajlı Anahtarlar

İşte Risale-i Nur’un işi, bu zor alanda iğneyle kuyu kazmaktan ibarettir. Kalbin böyle yüksek ufuklara nazar kılmasında bir sıkıntı yoksa da; bu yüksek ufuklardan manalar devşirip, bu manaları beşerin anlayacağı şekilde günlük kelime ve cümle kalıplarında aktarmak ve beşerin dimağına dökmek, apayrı bir incelik ve ustalık işidir. Makro-plândan beşeri plâna bu işlem, ustalık istediği kadar ulvî bir hassasiyet de istiyor.

Kur’ân’dan ve Peygamber Efendimiz’den (asm) aldığı yüksek icazetle vücup alanına, yani esma ve sıfat âlemine sıkça girip buradan hakikat incileri çıkaran ve bu incileri günlük kelime kalıpları içinde, yani anlayıp algılayabileceğimiz günlük konuşma dilimizle bize aktaran Risale-i Nur’da, böyle yüksek voltajlı anahtarlara çok rastlarız.

Meselâ, Yirminci Mektup’ta Bediüzzaman Hazretleri “Ve ileyhi’l-masir” (Dönüş O’nadır) kelimesini açıklarken, “Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimiye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Malik-i Hakikinin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelinin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.”1 diyor.

Bu cümleler, beşer olarak bizim fenadan bekaya yolculuğumuzu özetlerken; aynı zamanda vücup alanına ait manaları bizim kullandığımız günlük dil ile aktarıyor. Ki, aksi takdirde bizim o manaları kavrama imkânımız olmayacaktır. Burada geçen “Malik-i Hakikinin tarafı”, “Sultan-ı Ezelinin payitahtı” ve “Vahdet dairesi” kavramlarını, bildiğimiz kalıplarla dimağımızda şimşekler çaktırarak, bizi, bilmediğimiz manalara uçuran anahtarlar olarak buluruz.

Cennette Nimet ve Rahmet Saltanatı

Keza aynı kelimenin başlangıç kısmında şu cümleler yer alır: “insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîm’lerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bakide huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlıkı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.”2

Burada cümleler birbirini tamamlayarak ve açıklayarak gidiyor. Bu cümlelerin birbirini açıklayan dizilişinden anlıyoruz ki, “Rabb-i Rahime makarr-ı saltanat-ı ebedisinde perdesiz kavuşmak demek, Hâlıkı, Mabudu, Rabbi, Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilmek ve bulmak demektir. Burada: Mekân yoktur. Yer yoktur. Mahal yoktur. Yön yoktur. Cihet yoktur. Yani O’nun bizi makarr-ı saltanatına celp etmesi, bizi Kendine döndürmesi, bizi huzuruna alması, bizim yönümüzü, meylimizi, teveccühümüzü Kendi Zat-ı Akdesine yönlendirmesi, bize merhamet etmesi, bizi rahmetine kavuşturması demektir.

Bir diğer ifadeyle, mekân olmakla beraber bizi Cennetine ulaştırması demektir. Nitekim neticede Allah’ın merhametinin, affının, kereminin, cemalinin, rahmetinin, şefkatinin yoğun biçimde tasarruf merkezi Cennettir. Öyle ki Kur’ân, “Cennette nereye baksan büyük bir nimet ve büyük bir saltanat görürsün!”3 Âyetiyle Cennette bir nimet ve rahmet saltanatı hükmettiğini bildirmektedir.

GÜNÜN DUÂSI

“Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını ve menbalarını göster! Bizi makarr-ı saltanatına celb et! Bizi bu çöllerde mahvettirme! Bizi huzuruna al! Bize merhamet et! Bize burada tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir! Âmin.”

Okunma Sayısı: 6793
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı