"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yaşayan sorularımız

Süleyman KÖSMENE
26 Kasım 2014, Çarşamba
Ekrem Özden: “Tabiî afet” sözünde bir kerahet var mıdır? Varsa nedir?”

Risale-i Nur’da bu kavram için afat-ı semaviye1 veya musîbet-i semaviye2 ifadeleri kullanılıyor. Bu ifadelerde âfet ve musîbetlerde tasarrufun semavî olduğuna, söz ve yetkinin doğrudan doğruya Allah’a ait olduğuna vurgu vardır. Ki âfet fiilini tam tesbit eden ifadeler bunlardır. 

Dolayısıyla âfet ve musîbetlerde tasarruf semavîdir, tabiatın değildir. Tabiat fail değil ki tasarruf sahibi olsun.  
Tevhid inancımıza uygun olanı, “semavî âfet” sözcüğüdür. Birisinden tabiî âfet sözcüğünü duyduğumuzda ise, Allah’ın tabiat ile ilgili tasarrufu manasında algılamak doğru olanıdır.

SELÂM ALLAH’IN EMRİDİR

Rüştü Bey: “Soğuk davranana selâm verilir mi? Selâmını almayacaksa boşuna gider deniyor?”

Selâm vermek şeâir ölçüsünde bir sünnettir. Peygamber Efendimiz (asm) selâmı sevginin ve kaynaşmanın anahtarı, sevgiyi ve kaynaşmayı îmânın mühim bir lâzımı, imanı da Cennetin vazgeçilmez bir şartı îlan etmiş ve “Aranızda selâmı yayınız” buyurmuştur. Selâmı en iyisiyle vermek, verilen selâmı da en iyisiyle almak, her iman ehlinin birbirine karşı görevi ve hakkıdır. Allah Resulü (asm), karşılaşan iki kişiden; önce davranıp selâmı veren taraf olmayı, Allah’a daha yakın taraf olmakla eş saymaktadır. Çünkü “Selâm” esasen Allah’ın ismidir.   
Selâm boşuna gitmez. Bize düşen, tanıyalım, tanımayalım; gerektiğinde selâm vermek, gerektiğinde de verilen selâmı almaktır. Başkasının selâm vermeme nezaketsizliğinden sorumlu olmadığımız gibi, selâm almama duyarsızlığından da mesul olmayız. 

SEVAPLAR BAĞIŞLANIR MI?

Malatya’dan okuyucumuz: “Yaptığımız zikir, hayır ve hasenatı gıybetini yaptığımız, hüsn-ü zan ettiğimiz zevata bağışlayabilir miyiz? Bağışlayabilirsek bunun çerçevesi nasıl olacaktır?”

Salih ameller de, günahlar da şahsîdirler. Temelde kulun yaptığı hasenatın sevabı kendisine, yaptığı günahın sorumluluğu da kendisine aittir. 
 Öte yandan sevap bağışlama işi ucu açık ve mahiyeti bilinmeyen bir iştir. Çünkü bağışladığımız sevabın ne kadar olduğunu biz bilmiyoruz. Sevabımızın değerini ve özgül ağırlığını bilmiyoruz. Söz konusu amelimizden sevap alıp almadığımızı bilmiyoruz. 
Sevabımızı kendi ellerimizle bağışlama yetkimizin olup olmadığını bilmiyoruz. Bağışladığımız sevaba yarın yevmü’l-fasl olan mahşer gününde kendimizin ihtiyacımız olup olmayacağını bilmiyoruz. Ki mutlaka ihtiyacımız olacaktır. Tek bir sevap bile bize orada büyük bir azık ve zahire olacaktır.  
Esasen sevap bağışlama ne demektir, bunu bilmiyoruz. Söz konusu ameldeki sevabımızın tamamını bize hiç kalmayacak şekilde mi bağışlıyoruz, yoksa bizim aldığımız sevap kadar –eğer sevap almışsak- falanca kimseye de sevap yazılmasını mı istiyoruz. 
Bu ikincisi ise, bu bağışlama değil, duâdır. Duâ olur. Duâda sınır yoktur. Ancak sevabımızdan hissedar olmasını istediğimiz kimseye sevabımız gider mi, giderse ne kadar gider, giden bu sevap onu şahsî mesuliyetten kurtarır mı, onu bilemeyiz şüphesiz. 
Fakat şunu biliyoruz ki, mü’minler lehine duâ yapmanın sınırı ve kuralı yoktur. Hatta bizahri’l-gayb duâya, yani mü’min lehine gıyabî duaya3 girdiği için inşallah daha çok makbuliyet şartlarını taşır.  
Sevap bağışlama yerine sevabımızdan hissedar olmasını isteyebiliriz. 
Sünnete uygun olan, mü’minler için, gıybetini yaptığımız kişi için ve kendimiz için mağfiret dilemek ve tövbe etmektir. Tövbe ettiğimizde hem gıybet ve sair günahlarımız bağışlanır, hem gıybetini yaptığımız şahsın günahı bağışlanır, hem de üstüne sevap kazanmış oluruz. Bu da yevmü’l-fasl olan mahşer günü için bize daha yararlıdır.
 Nitekim sünnette gıybet günahı için şöyle tövbe etmemiz tavsiye edilmiştir:
 “Allahümma’ğfir lenâ ve limeni’ğtebnâhu”. 
Yani: “Allah’ım! Beni ve gıybetini yaptığım kişiyi bağışla.”4
Şüphesiz bu ifadenin mağfiret getirmesi için helâllik almak da gerekiyor.

Dipnotlar:

1- Şuâlar, s. 274; Kastamonu Lâhikası, s. 17, 98, 174, 200; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 51.
2- Kastamonu Lâhikası, s. 79, 174; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 51.
3- Mektubat, s. 270.
4- Mektubat, s. 268.

Okunma Sayısı: 1911
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı