‘Üç dal Papatya’mız çıktı. Nihayetinde bir kitap çıkarıldığı için sevinilir, fakat bizlerdeki duygular daha farklı ve karmaşık.
Bu kitap 15 Temmuz Karanlık Darbe Girişimi’nin ardından beklenen aydınlık yerine gelen, OHAL gölgesi altındaki zifiri karanlık günlerin yaşattıkları neticesinde ortaya çıkan bir çalışma. OHAL sonrası operasyonlar, çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), gözaltılar, tutuklamalar ve benzer birçok uygulama toplumun bir bölümünde tedirginlik ve karamsarlık oluştururken, bir bölümünü kin, öfke ve şiddete yöneltti. Diğer bir kesim olan mağdurlar ve mazlûmlar ise öyle bir korku ortamındaydılar ki ne sesleri çıkabiliyor, ne kendilerini savunacak bir ortam bulabiliyorlardı. Yapılan ağır bir suçun, günahın keçisi olmak onlara düşmüştü. Birçoğu tutuklu olan onbinlerce kişi bir kaosun ortasında kalakaldılar. Toplumdaki egemen görüş onları ve toplumun büyük bir bölümünü bir suskunluk sarmalıyla sarmalarken, en yakınlarına; Annelerine, babalarına, kardeşlerine, eşlerine ve çocuklarına, belki de kendilerine bile seslerini duyuramadılar.
Birçoğu aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, hâlâ neyle suçlandıklarını dahi bilmeden; İşlerinden, mesleklerinden, ailelerinden, en önemlisi de özgürlüklerinden mahrum bırakıldılar. Neredeyse her mahallede, her köyde, her ailede mutlaka ‘örgüt üyesi’ ithamlarına maruz kalmış kişiler bulunuyor. Hiçbir şey yapamadan adeta açlığa terk edilen ve toplumda ‘vebalı’ durumuna düşürülen bu insanlar çaresiz, kimsesiz bırakıldılar. Savunma hakkını bırakın, konuşma hakkı bile verilmeyen insanların bazıları bu büyük baskıya dayanamayarak intihara kalkıştı ve maalesef vefat ettiler. Geride onbinlerce annesiz, babasız çocuk, evlâtsız gözü yaşlı anne-baba, dedeler, nineler, kardeşler; ya hapiste ya işsiz, ya kimsesiz kaldı. Üç Dal Papatya işte böyle bir ortamın mahsulü bir kitap. Tamamen gerçek, tamamen yaşananların kendi kahramanları tarafından anlatıldığı, yorumsuz, müdahalesiz ve tarihe bu dönemi anlatan önemli bir belge olarak bırakılan bir çalışma.
Çalışma niteliği bakımından bu özelliklere sahip, ama dahası da var; Kitabı derleyen arkadaşımız Nur Ener Kılınç da işte bu büyük cadı avının bir parçası oldu. Gazetemize ve bireysel olarak bizlere her gün onlarca mektup gelmeye başladı. Sesini duyuramayan, haksızlığa uğradıklarını düşünen ve masum olduğunu vurgulayıp iftiraya uğradığını anlatan kişiler tarafından onlarca mektup yağdı günlerce gazetemize. Bu mektupları okumak çok zordu ve bizleri de psikolojik olarak çok etkiliyordu. Nur’la aynı odada çalıştığımız için bazen beraber gözyaşlarımıza hakim olamayarak okuduk bu mektupları. ‘Bu kadar da olmaz dedik, belki abartıyorlardır, yok canım duygu sömürüsü olabilir’ dedik bazen şüpheyle yaklaşarak birçok mektuba. Fakat gelen mektupların sahiplerine, cezaevinde olanların yakınlarına ulaştığımızda durumun mahiyetini daha iyi anladık. Gerçekten büyük bir zulümdü yaşanan.
Ve 28 Şubat 2017 gecesi Nur da bu mağdurlar kervanına katıldı. Onun yaşadığı süreç diğer insanlardan farksız değildi ve çok ağır bir süreçti. 228 gündür tutuklu Nur. Ailesiyle yaptığı görüşlerde içeride o mektuplarda yazılanlardan çok daha ağır şeyler yaşandığını söylüyor. Bu kitabın çıkma amacı ve niyeti, en azından kendi çocuğunu bile duyamayacak kadar siyasî tarafgirlik yaşayan toplumun belki bir nebze olsun uyanması ve yapılan haksızlıklara duyarlı olmasını hatırlatmak. Mazlûm ve mağdurların duyulmayan sesinin biraz daha gürleşmesini sağlamak. Yaşananları bütün çıplaklığıyla ortaya koyup gerisini toplumun vicdanına havale etmek. Umarım bu kitap bütün mazlûm ve mağdurlar için bir umut ışığı olur ve bundan sonraki süreci bir nebze olsun aydınlatır.