Geçtiğimiz günlerde Picasso’nun “Les Femmes d’Alger” (Cezayirli Kadınlar) adlı 1955 yapımı tablosu satılarak müzayede rekoru kırdı.
Haber medyada rekor fiyatı yüzünden ilk haberler arasında girdi. Picasso neden başkalarını değil de özellikle Cezayirli kadınları resmetti? Açıkçası merak ettim. İçim burkularak öğrendiğim bilgiler Bediüzzaman Hazretlerinin “Avrupa’nın dessas zalimleri, Asya’nın münafıkları” ifadelerini tam da doğrular nitelikteydi. En son Bosna’da Irak’ta yaşananlar yaklaşık elli yıl önce Cezayir’de yaşanmıştı.
“Doğru söyleyen tarih hakikate en güzel şahittir” düsturuna bile gerek bırakmadan çok yakın tarihlerde Cezayir’de büyük bir soykırım gerçekleştirilmişti. Hem de zerafet ve centilmenliği kimselere bırakmayan Fransızlar tarafından! Kayıtlara göre (!) bir buçuk milyon kişiyi öldürmüş, çok sayıda insanlara işkence ve baskı uygulamışlar ve yaptıklarıyla gururlanarak fotoğraflarla dünyaya duyurmakta da bir beis görmemişlerdi. Şimdilerde “fikir ve inanç özgürlüğü” adıyla sanat perdesi altında İslâm’a ve Peygamberimize (asm) hakaret etmeyi meziyet bilen torunların dedeleriydi bunları yapanlar! Elbette ki bu sözlerimizle toptancılık yapmıyoruz ve iyileri, masumları, hakperestleri kast etmiyoruz.
İBRETLİ TARİH!
Kuzey Afrika’da İslâm’ın yayılmasında önemli yer tutan Cezayir üç yüz yıl boyunca Osmanlı yönetiminde huzur, güvenlik ve barış içinde yaşadı. Üç asırlık beraberlik Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa Cezayir topraklarıyla birlikte Yavuz Sultan Selim’e biat etmesiyle başladı. Osmanlının dağılma süreciyle birlikte sömürgeci güçler de İslâm topraklarını paylaşmaya başladılar. Paylaşılan topraklardan biri de Cezayir’di. 1827 yılında Fransızlar Cezayir’i işgal ettiler. Üç yıl süren bir direniş sonrası 1830’da ülke tamamen Fransızların eline geçti. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların işgaline uğrayan ülke savaş sonrası Fransızların katliâmına maruz kaldı. 1945’den 1962’ye kadar bir soykırım yaşandı. Önce üç yüz yıl boyunca sömürdüler sonra soykırıma maruz bıraktılar. Bu konuda en büyük yardımcılarından biri de yeni kurulan İsrail devletiydi. Her defasında olduğu gibi bu işgal ve sömürüde de kadınlar ve çocuklar, yani zincirin aciz zayıf halkaları en büyük zararı gördüler. Bu insan suretindeki mahlûklar utanmadan yaptıkları zulümleri fotoğraflarla ve san’at dedikleri vasıtalarla bütün dünyaya ilân ettiler!
SÖMÜRGECİ ZİHNİYET VE TESETTÜR EMRİ
İlginçtir Osmanlının güçlü olduğu imparatorluk döneminde Batılı seyyahlar ya da kadın sefireler hatıralarında Müslüman kadınları nazik, zarif, lâtif, tesettürleriyle yad ederken Osmanlının parçalanma döneminde Müslüman kadının tesettürünü yağmalanacak bir meta gibi gördüler. Topluma hâkim olmak için kadınların Kur’ân’ın tesettür emrine riayetlerini en büyük düşman bildiler. Sömürgeler Bakanı Lord Gladston elinde Kur’ân İngiliz Meclisinde “Bu Kur’ân Müslümanların elinde oldukça onlara hâkim olamayız. Ya ellerinden almalı ya da onları Kur’ân’dan soğutmalıyız!” derken elbette bunda Müslüman kadının tesettürü de vardı!
Ama Allah nurunu tamamlıyor işte! Tesettür emri Avrupa’da dahil olmak üzere bütün dünyada kadınlar arasında kabullenip uygulanıyor yaygınlaşıyor.